Hakkımda / About Me

DR. MAHMUT TOLON

Dr. Tolon was born in Istanbul on 22 July 1950. His father, Dr. N. Tolon was an agricultural economist from Istanbul who completed his PhD in the 1920s in Breslau. His mother, Mihrizafer Köstem-Tolon, came from a farming family in Bursa, studied sociology in Ankara and The University of Michigan at Ann Arbor.

Mahmut Tolon graduated from high school in Bonn-Bad Godesberg, Germany. He attended the medical faculties of Kiel and Bonn and graduated in 1975. With DAAD grants, he did ‘externships’ in Utah, USA, and Sydney and Broken Hill (Flying Doctors) in Australia.

He married Dr. Jutta Tolon in 1976 and they have two children together.

During his PhD studies in Bonn, he researched the effects of UV on airborne bacteria in1975. He was remotely involved in the research for “the morning after pill” contributing with an idea about a plant extract of certain malves with Schering and Berlin in the 1970s.  He developed a UV lamp for water disinfection purposes and published these ideas in the 1970s and 1980s. He finished his formal education at the medical faculty in Lübeck, Germany as internist and nephrologist in 1984.

After finishing his 18-month military service in Ankara, Turkey, he founded the Turco-German joint venture, Biosan AS, with the DEG Bank (Cologne) in 1986 and introduced the extracorporeal shockwave lithotripsy (ESWL) of kidney and gall stones in Turkey. The first university clinic, which set up an ESWL unit in Turkey, started operating two years after Biosan.  He set up four outpatient clinics and bought another one in partnership with local urologists.

In 1974-75 he translated and published Dr. Ehrlich’s book “The Population Bomb” with a foreword in Turkish. This was one of the pioneering publications in Turkey. He sent free copies of this book to the members of parliament for two election periods. The famous UN Award-winning Turkish Population Foundation TAPEV was founded ten years later. Tolon, had a column in the German edition of the third largest Turkish newspaper Milliyet in the early 1990s, and in the Turkish newspaper Sabah in 2011-12.

For more check out his Wikipedia page.

For “Aziz, Umberto ve Mahmut’un Yüzdeleri” click here

Behice Boran dünya çapında bir şair de olabilirdi

Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden; ülkenin ilk kadın sosyoloğu; ilk kadın parti başkanı; TBMM ve Avrupa Parlamentosu’nda ilk kadın sosyalist Türk milletvekili… Bir vatansever olarak sürgünde ölen Boran’ın bugüne kadar hiç bilinmeyen bir yönü ortaya çıktı. İşte bir şair olarak Behice Boran!

Melis Apaydın

melis.apaydin@aksam.com.tr

Behice Boran… Türkiye’nin ilk kadın parti genel başkanı… Gerçek bir devrimci. Son nefesine kadar memleket sevdasından vazgeçmemiş, siyasi görüşleri nedeniyle pek çok hapis cezası almış, hatta vatandaşlıktan çıkartılmış bir sosyalist. 1987 yılının Ekim ayında, doğduğu topraklardan çok uzakta hayata veda eden Boran’ın daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış şiirleri, tam 24 yıl sonra yine bir ekim ayında gün ışığına çıktı. Behice Boran’ın çok sevdiği dostu Mihrizafer Kösem Tolon’un oğlu Dr. Mahmut Tolon, annesinin anı defteri içinde bulunan, Boran’ın kendi el yazısıyla yazılmış şiirlerini AKŞAM PAZAR ile paylaştı. Tıp Fakültesi’ni Almanya’da bitiren, şu an İzmir Urla’daki çiftliğinde bahçesi ve denizle iç içe bir yaşam süren Dr. Mahmut Tolon uzun yıllar boyunca kendinde saklı kalan bu şiirleri, teker teker Türkçeleştirip yeniden hayat verdi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Doğa Bilimleri ve İngilizce dersleri de veren Tolon, Behice Boran’a ait şiirlerin hem sosyolojik hem de insanlık tarihi açısından çok önemli olduğunu belirtiyor.

Behice Boran’ın imzasını taşıyan bu şiirler nasıl elinize geçti?

Annem Mihrizafer Kösem Tolon yaşasaydı, bu yıl 95 yaşında olacaktı. Aile içinde ve dostlarınca ‘Mihri’ diye anılırdı. Evi toplarken çoğu annemin el yazısıyla yazılmış not defterleri buldum. Defterlerde Behice Boran’ın yazdığı İngilizce birkaç şiir vardı. Hatta şiirlerinden biri annemin yaş gününde ona ithaf edilmişti. Uzun bir süre bu evrakları duygusal olarak taşıdım. Okuyabilmek için bile kendimi manen hazırlamam gerekti. Bir kere başlayınca devam edeyim dedim.

Behice Boran’ın şiirleri annenize nasıl ulaşmış?

O yıllarda annem özel, önemli gördüğü anılarını bir deftere kaydetmiş. Evrakın içinde benim ve ağabeyimin ilk sözcükleri, babama yazılmış mektuplar da mevcut. Annemle Behice Hanım arasında çok güçlü bir dostluk vardı. Behice Hanım da bu özel anı defterine katkıda bulunmak istemiş olsa gerek. Şiirlerini kendi el yazısıyla bu deftere eklemiş.

Bize onların hikayesini anlatabilir misiniz?

Behice Boran 1910’da, annem ise 1916’da Bursa’da doğmuştu. Bu şiir yazıldığında ikisi de ABD’den yeni dönmüşlerdi. Eğitim ve çalışma lisanları İngilizceydi. Bu yüzden şiirlerin İngilizce yazılmasına şaşırmamak lazım. İkisi de önce İstanbul Amerikan Kız Koleji’nde sonra Ann Arbor Michigan’da okudu. Annem Mihri, 2. Dünya Savaşı nedeniyle okulu bitiremeden döndü. Behice Boran ise doktorasını tamamladı. Türkiye’ye geldiklerinde Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir süre aynı evi paylaşarak çalışmalarına devam ettiler. Annem Mihrizafer, DP mücahidi olarak 1946 seçim sandıklarında görev yaptı. 1960 darbesinden sonra AP Kadın Kolları’nda çalıştı. Behice Boran ise Türk komünizminin önde gelenlerinden biri oldu. Yolları politik olarak ayrılsa bile güçlü dostlukları ölene kadar devam etti.

Sizce bu şiirlerin en önemli özelliği nedir?

Bir insanın bundan 70 küsur yıl önce, yabancı bir lisanda dünya çapında ilgi çekebilecek düzeyde bir şiir yazması sosyolojik ve insanlık tarihi açısından çok önemli. O zamanın koşullarında yurtdışına okumaya giden iki kızın başka bir lisana bu kadar hakim olabilmesi bence çok çarpıcı. Günümüz şartlarında buna daha sık rastlamamız mümkün. Fakat 1930’lu yıllarda, uzun süren yolculuklarla yurtdışına gitmek ve oradan böyle bir başarıyla dönmek sık rastlayabileceğimiz bir durum değil.

Farklı siyasi görüşe sahip iki kişinin bu denli ortak noktasının olabilmesini nasıl Değerlendiriyorsunuz?

O yıllarda tüm aydınlar Türkiye için en doğru, en güzel olanın arayışı içindeydiler. Behice Boran bunun komünist fikirlerle olabileceğini savunurken, Annem Mihri, sağ görüşe sahipti. Ancak bu, dostluklarına hiçbir zaman engel olmadı. Türkiye geçmişinde sağcısıyla, solcusuyla aydınlarını hapse atmış bir ülke. Behice ve Mihri çok başarılı, çok parlak, sıra dışı insanlardı. Bu dik başlı iki kızın o dönemde fikirlerini yüksek sesle söyleyebilmesi çok önemli. Bir kadının çok küçük yaşlarda bir şeyleri sesli olarak dile getirmesi ‘doğrucu Davut’ olarak çok da sevilmemesini beraberinde getiriyor. Behice Boran da bunun sıkıntılarını fazlasıyla yaşamış biri…

Boran’ın yayımlanmamış şiirlerinden biri…

MIHRI’YE 14 ARALIK 1940

Bir gün;
Fırtına dindiğinde,
Ve gökyüzü tekrar safir camgöbeği mavisindeyken,
Biz bir tepenin üstünde oturarak,
Seyredeceğiz güneşin öfkeli kırmızısını,
Erimiş kurşun denizine batarken.

Bir gün;
Yaşamın uzun çabası sona erdiğinde,
Ve boş ellerimiz kucaklarımızda dinlenirken,
Biz bir tepenin üstünde oturacağız,
Ve günlerin tantanalı geçit törenini izleyeceğiz:
Bir gülümseme ile birkaç gözyaşı ile ve içimizi çekerek.

Bir gün;
Sen ve ben, bir tepenin üstünde oturarak,
Gariplikler yapmaktan hoşlanan ve kendimizle alay eden bir kahkaha ile,
Başlarımızı sallayacağız bilgece:
Çünkü hiçbir gün, o zaman göründüğü kadar parlak olmamıştı,
Ve hiçbiri o denli kapkara, bir umut ışığı barındırmayacak kadar.

Behice S. Boran

HAYATIM

Bu benim hayatım, kendi hayatım, önümde,
Şekilsiz, yoğrulabilir, engin.
Kendi ellerimle yoğuracağım.
Bir heykel yapacağım, küçük, dikkat çekmeyen belki,
Fakat saf ve güzel, hatta orantılarda muhteşem.
Elimdeki devasa şekilsiz kütleye, gözlerimi dikmiş bakıyorum
Bu hayat, benim kendi hayatım mı?
Benim hayatım, kendi ellerimle yoğrulmuş?
Başımın üstüne kaldırıyorum,
Milyon parçaya ayrılıyor, yere atınca.
Bu hayat, benim hayatım, benim kendi hayatım,
Tekrar sil baştan başlamalıyım,
Tekrar, tekrar başlıyorum artık ‘tekrar’ kalmayıncaya kadar.
Orada veya burada kaynaşan kalabalık içinde,
Erkekler ve kadınlar var ki yaşamları
Tek bir başlangıç ve akıcı devamı,
Engin ve derin kıvrımları içinde
Bütün neşe ve hüznü kaplayan.
Kırılma yok, yeni başlangıç yok,
Sadece öne doğru giden bir telaş,
Kaderlerine doğru.

Behice S. Boran

Artun Ünsal
aunsal@posta.com.tr
11 Aralık 2010

DOĞA ELDEN GIDIYOR NEYLESIN MAHMUT?

Göbeği son zamanlarda biraz endazeden çıkmış olsa da bizim Mahmut Tolon’un beyni her zaman pırıl pırıldır. “İşleyen demir paslanmaz” derler ya. Ziraat doktoralı ve bir dönem Demokrat Parti milletvekili Nurullah İhsan Bey’in iki oğlundan ikincisi, İstanbul doğumlu Mahmut, Ankara Koleji’nde ilk ve orta okulu okuduktan sonra liseyi Almanya’da bitirdi. Ardından, Kiel ve Bonn Üniversiteleri’nde tıp eğitimi gördü. Dahiliye uzmanlığını, Lübeck Tıp Fakültesi’nde yaptığı nefroloji, yani böbrek hastalıkları üst ihtisası ile pekiştirdi.

İngiltere, Avustralya ve ABD’de çalıştıktan sonra 1975’te evlendiği Alman eşi doktor Jutta ile birlikte İstanbul’a döndü, yanılmıyorsam Türkiye’de bir ilk olan Biyosan Böbrek Taşı Kırma Merkezi’ni açtı. İş yeri Şişli, evi de Boğaz’da, Boyacıköy’de. Ağabeyi Hasan Tolon’la Ankara Koleji’nden arkadaşlığımız vardı ama Mahmut’la ilk karşılaşmamız 1993’de Şişli’de gerçekleşecekti. Tesadüf bu ya, bizler çatı katında Hürriyet’in Hür FM Radyosu’nun tatlı telaşı içindeyken Mahmut’un işyerine komşu olmuştuk. Sağolsun, ziyarete geldi ve bu arada “O şimdi diplomat” Hasan’ın kulaklarını çınlatma fırsatı bulduk. Boşuna dememişler “Türk’ün insancıllığı, Alman’ın metodik yaklaşımıyla karışınca ortaya Almancı çıkıyor” diye.

İşinde ehil, Almanca ve İngilizce’yi “akar sular gibi” konuşan Mahmut dostumuz çevresine ve topluma duyarlı ilginç bir kişiliktir de. Kendi tabiriyle “Almancı gözüyle” kaleme aldığı “Keçi ve Zina” başlıklı kitabında topladığı çeşitli yazılarında, gerek Almancıların gerek Türkiye’de yaşayanların ırkçılıktan tutun, turizm, namus ve kan davası, işsizlik, SSK ve doktorlar, doğum kontrolü konusundaki tutumlarını ezber bozucu yaklaşımıyla ele alırken çuvaldızın asıl kime batırılması gerektiğini de ortaya koymaktan çekinmiyordu. Kısacası, farklı, rahatsız edici, ama özünde sevgi ve pozitif enerji yüklü bir kişidir. Nitekim, 2000’de bizim ünlü nefrolog tasını tarağını toplayıp İzmir Urla’ya yerleşti.

Doktorluğu bırakıyor ve kendini 1990’ların başında Akhisar’da aldığı tarlalarında badem ve zeytin yetiştiriciliğine adıyordu. İlginç adam değil mi? İstanbul’da kurulu bir düzeni vardı; iyi de para kazanıyordu. Elli yaşında, nerden çıktı üç-beş ağaçın peşine düşme tutkusu? Önce, Urla’nın tepelerinde kendine geniş bir bahçe içinde iki katlı güzel bir ev yaptırdı. Sanırım, evin şekillenmesinde mimardan çok onun katkısı oldu. Oğlu Kaya ve kızı Yonca’yı üniversite eğitimi için ABD’ye gönderdi. Kaya, endüstri mühendisliği ve tarih okudu, San Fransisco maratonuna katıldı, şimdi doktorasını yapıyor. Yonca ise iş idaresinde karar kıldı, master yaptı, halen ABD’de çalışıyor.

Enerjisini çevre sorunlarına yöneltiyor

Peki bizim Mahmut ne alemde? Boş duramaz ki o: Önce, Göksel Kalaycıoğlu Hanım’la birlikte “Yarımada.org” adıyla, Urla’da yaşamdan söz eden ve bu şirin kasabada oturanlar arasında iletişim sağlayan bir web sitesi açtı. Bahçenin bir bölümünde ekolojik sebzeler, bir bölümünde de lavanta yetiştiriyor. Akhisar’daki çiftlik de devam. Almanya’dan gelen sınıf arkadaşlarını, İstanbul’dan gelen dostlarını da Urla’daki evinde ağırlar, adaçayından, hurma zeytininden, çipura ızgarasına ve oğlak kebabına yörenin lezzetlerini tattırır, çevredeki güzel kıyıları, ormanları gezdirir. Gelgelelim, Mahmut, entellektüel enerjisini çevre sorunlarına yöneltmekten de bir an vazgeçmedi. Doğayı ve çevreyi korumanın etkin biçimde gerçekleşmesinin ancak nüfus patlamasına bir son verilmesi ile mümkün olduğuna inanıyor. Bu konuda üşenmeden ‘Önyargılar Güzeldir’ ve ‘Kuğu Şarkısı’ başlıklı iki kitap da yazdı. Dünyanın sonuna geliyoruz, eyvah ki eyvah. Ölüme yakın kuğunun hüzünlü çığlıkları bunlar, mutluluk şarkısı değil. Mahmut dostum, gene de kötümser değil.

Urla’ya kültür merkezi

Bu arada kimi gençleri “zehirlemekten” de vazgeçmiyor: İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde “Doğa Bilimleri”, 9 Eylül Üniversitesi’nde ise “Uzun Yaşam ve Uzlaşma Kültürü” dersi veriyor. Başta klasik, müziğin her türlüsünü seven Mahmut’un 35 yıl önce Almanca yazdığı gençlik şiirleri de Ahmet İnam’ın çevirisiyle Türkçe olarak karşımıza çıktı: “Zaman Yapıcının Şiirleri”… Siz söyleyin, şiir yazan insandan kötülük gelir mi? Bu arada, mali durumu müsait olmayan Urla’lı birkaç öğrenciye burs veriyor. Akhisar’da köy çocukları için ödüllü satranç turnuvaları ve kros yarışları düzenliyor. Bir de hayali var: Urla’da kendine ait bir arsada kültür merkezi kurmak. Hadi hayırlısı çiftçi doktor bey. Şimdilerde keyfinden geçilmiyor zaten: Oğlu Kaya, Amerikalı eşi Annie ile birlikte Akhisar’daki çiftlik evine yerleşti. Çünkü o da okyanus ötesini bırakıp kendi ülkesinde bir yandan doktorasını bitirirken bir yandan da badem ve zeytincilik yapmaya karar verdi. Bu doğa aşkı, çalışkan ve üretken Tolonlar’ın genlerinde var, besbelli.

AZIZ, UMBERTO VE MAHMUT’UN YÜZDELERI…
ZEKI KIVRAK
TARIH: 14 NISAN 2013
Aziz Nesin bundan senelerce evvel rakamı % 65 olarak koymuş, hemen ardından da % 90 olarak revize etmişti, ve değerlendirmesi sadece Türk halkını içeriyordu.

Umberto Eco ise geçen hafta “İnsanların % 50 si” dedi: “Aptaldır”.

Çok bilenlerimiz, entellektüellerimiz, apak beyazlarımız, orta bilenlerimiz, tam beyaz olmasa da esmer olmayanlarımız konuya balıklama atladılar, bu iki muhteşem yazarın hipotezine saygıyla ve yürekten, içten katıldılar. Bu saygıdeğer hipotezlerin doğru olduğuna dair eteklerinde ne varsa ortalığa saçtılar. Çünkü aptal olmayan yüzdeye ciddi katkı sağladıklarından, kendileri de olmasa yüzdenin daha da yukarılara tırmanacağından son derece emindiler.

Geriye kalanlarımız; az bilenimiz, hiç bilmeyenimiz, buğday renklimiz, esmerimiz veya zencimiz, bütün gayri vesairemiz, yani biz sıradanlar öfkeyle fırladık ayağa; “biz aptal değiliz” diye. Bir kişi hariç: hemşehrimiz Mahmut.Çünkü onun işi kolay; sevimli bilgeliği ile işin kolayını 2007 yılında yazdığı kitapta bulmuş. Kendisini dışlamadan “Ayrımcılığa ne gerek var” demiş geçmiş: “İnsan türü Saftır- Mankind is gullible”Sayın Tolon haricindekilerin sorunu şu soruda düğümleniyor: peşin peşin saflarımızı tutmuş olmamıza rağmen acaba hangimiz çizginin hangi tarafındayız, hangi yüzdedeyiz?Aslında, bundan senelerce önce biraz gençliğin de etkisi ile olsa gerek, içim rahattı, % 90 a girmediğimden son derece emindim. Şimdi değilim. Kesin doğrularım vardı, doğru bildiklerime inançlarım vardı, ideallerim vardı. Şimdi yok.

Hep birlikte birer birer ipe dizdiğimiz yıllar bana iki şey öğretti:Doğrular toplumdan topluma değişebiliyor, bunu yaşayarak öğrendim, 17 yıl süren yenidünya maceramda. Örnek “Yoğurt beyazdır-Türkiye, Yoğurt pembedir, tabi çilekli; mor yoğurt dahi var; mavi böğürtlenli olanlar, -ABD”

Doğrular zaman içerisinde değişebiliyor. Bundan 1000, 100, 10 ve hatta geçen seneki doğrular (veya yanlışlar) bu sene yanlış ( veya doğru) olabiliyor. Örnek “Yoğurt beyazdır- Türkiye/2008, çilekli pembe yoğurt Türkiye ‘ye 2009 da geldi haberiniz yok mu?”

Bu değişkenlik çerçevesinde de bazı şeylerin doğruluğunu ölümüne savunmak ve her şeye rağmen kendimizi akıllı, herkesi kör, alemi sersem sanmak bizi ne kadar aptal olmayanlar kefesine koyar, bunu kestirebilmek gerçekten zor. Üstelik entelektüel olmanın gerekliliklerinden birinin başkalarını aşağılamaktan, gerçekten aptal olsalar bile onlara aptal muamelesi çekmekten geçtiğini düşünenler bazen ciddi biçimde itici olabiliyorlar ki böyleleri her daim karşımıza çıkabiliyor. Bu, çok üzücü.

Gerçek entellektüeli ve özellikle de sanatçıyı ayırmanın zamanı geldi de geçiyor. Entellektüellik, sanatçılık, yazarlık, kendini büyük görmek anlamına gelmemeli. Tamam, toplum düzeyine inmek gerekmez, yaratıcılığınız kaybolabilir ama diğerlerini özellikle diğer % 50 yi aşağılamak gerçekten gerekli mi?Sonuç olarak benim yüzdem ne mi? Bendeniz Mahmut Tolon safındayım.

Melis Apaydin

22 Ekim 2011

Anaksagoras Urla’nın en önemli evladıdır. 1963 Nobel ödülü sahibi Yorgo Seferis de listede!
1900 yılında Urla’da doğdu.1914 de Anadolu’yu terketti. 1921 mübadelesinde ailesi de. Florina doğumlu Türk yazar Necati Cumalı da yöreyi biçimlendiren bir Edebiyatçı oldu.Meyhanelerde anılan ve 1996 yılında Urla’da ölen ünlü şarkıcıTanju Okan’ın heykeli İskele’de! Daha önemli bir heykel ise kentin merkezinde: Anaksagoras. Bonn’da okula giden Türk doktor Mahmut Tolon Kiel de tıp okudu. Yıllarca heykel için çabaladı. Bazılaı Anaksagoras için ¨bize ait değil-yabancı¨dediler. O ¨şehrin en büyük evladı!¨ dedi. Heykel yılardır merkezde. Dokuz yıldır Urla Felsefe Günleri yapılıyor kentte.Anaksagoras Urla’dan çıkarak İon felsefesini ve netice itibariyle dünyayı değiştirdi.