Şölen 5/5/2008

Ufff amma zengin ve hoş bir gün geçirdim: ayni gün mealen hayalimin açık spor arabasıyla  Kordon da tur attım ve  piyangodan 2 hafta 1. sınıf bir tatil çıktı şans işte!.

Gün hem Ahmet İnam’ın  felsefi konferansları ve Cahit Helvacı nın Bor konferansi ile geçti. Ne zenginlik , ne mutluluk, hem de epeyce enerji depolamak üzere fırsat, tatil, kısacası enfes bir Cumartesi.  İki hoca da ülkemizde etkin konumda hocalar bu da ayrıca bir kıvanç kaynağı; doğruyu dosdoğru söyleyebilecek birikimde insanlar.  Biri benim ile ayni kökenden, tecrübi doğa bilimcisi, öbürü ise filesof.  Yani benden değil – öteki– benim okuyup okuyup da ne işe yarar anlamakta zorluk çektiğim bir branş öyle fazla elle tutulur bir  bir şey değil mi ne? Doğa bilimci olmayana fazla güvenemem, hele ekonomist veya hukukçu falan ise bu güvensizlik daha da artar.. Genelde bunları  şöyle bir güzel  senede iki hafta çapa yapmaya, ağaç budamaya veya hastanede hasta bakmaya davet etmek gelir içimden, biraz ayakları yere basmaz bulurum, itiraf edeyim. Ama gençliğimi cebelleşerek geçirdiğim iki diğer insanı da ferahça aşmış bir insan Ahmet Inam, biri Karl Marx, diğeri Freud bu da korkarım bir iltifat değil bilakis o birikimde bir insana bir kamçı darbesi gibi gelecek bir laf. İnam  Anadolu bilgeliğini ve doğu ve batı sentezini ve şahsında bütünleştirmiş, bence bu ülkeye borçlu. O, felsefeyi uygulama hayata geçirme ve el verme safhasına gelmiş bir insan, yani durmayıp yaklaşacak ve riske de girecek yaşta. Daha fazla kitap mı okur  veya yazar bilemem. Bu ülkenin ondan alacağı çok şey var o da verebilecek lisana ve enerjiye de sahip. Ya gezgin feylosof olarak kasaba kasaba dolaşır  ve anlatır veya politikaya mı girer, televizyonlarda  sathı mailin  içine mi girer artık daha nasıl yapar bilemem. Konferans arasında cep telefonuma mesaj gelince bir ara çıktım salonun çıkışındaki bir basamağı da göremeyip bir patetes çuvalı gibi iki seksen yere uzandım: Kalkabilmem beş dakika aldı. Herşey an meselesi ve felsefenin çarptığının kesin kanıtı. Birkaç hafta daha  kaburgalarım acıyacak gibi.

Inam’dan  öğrendiğim bazı bakış açıları, yaklaşımlar oldu. Eflatunu tekrar bir okuma arzusu ve somut olarak aklımda kalan bir şey eğitimin tarifi oldu (parantez içinde  bazı çağrışımlar) : TAHSİL  yani mahsül veren hale gelmeyi üç kökenli görüyor: TALİM  – idman  veya uygulama ( uygulamasız bilim tehlikelidir sadace şişmiş ego ve dogma üretir diye inanırım)  ile TERBİYE yani el alarak yüz yüze  veya ruh be ruh bir usta çırak ilişkisi (veya  belki daha bile sıkça çıraklar arası ilişki, çünkü muhtemelen yaşıtlarımızdan yaşlılardan öğrendiğimizden daha fazlasını öğreniyor ve öğrenebiliyoruz)    ve TEDRİS yani informe olmak, form kazanmak (ki  Önyargılarda yazmaya çalıştım bir yan etkisi olarak doğal olarak FORMASYON kazanmak ve ayni şekilde DEFORME olmak ki bu da kaçınılmaz bir sonuç ve esasen kimseyi putlaştırmamak gereğinin kendi içinde bir tarifi).

Cahit Helvacı   hoca dan da akşam iki saat Urla gönüllülerinin toplantısında “bor” dinledik. Bir ayrı zenginlik te zamanında özelleştirmeden sorumlu bakan olan Yılmaz Karakoyunlu ve zamanında onula ve Güngör Uras ile planlamada çalışmış Cengiz Sağcan’ın da dinleyiciler arasında olmasıydı. İzniyle önümüzdeki günlerde sunumunun resimler ve özetini http://www.tolons.com a koyacağım. İsteyen bakar, isteyen okur ve belki bir dahaki konferansını kaçırmama kararı alır: Urla ve Karaburun’un deprem haritası üzerine konuşmaya söz verdi. Umarım mülki ekran da teşrif eder ve bilgilenir.

Bor madeni konusunda daha çok fırın ekmek yiyeceğiz gibi, yönetimde olanların ilk iş Ankara’ya bir devasa bina koyarak makam arabalarıyla falan olan yaklaşımlarından.

Ve sonra ayni Ankara’ya Kızılırmak’ı yönlendirerek su ihtiyacını karşılamak gibi planları olduğundan gerek madenleri, gerek su kaynaklarının önemini anlayamayacak kadar yüzeyel bir anlayış içinde oldukları ortaya çıkıyor.

Bu konferanstan bende kalan intiba: Bor madenlerinin tercihan üç ayrı şirkete satılması ve bu Boran kuruluşunun otlak olmaktan kurtulması için özerk olması ve bu üç ayrı şirketin de temsiliyle çalışması  gibi temenniler oldu.

Müsbet bilimcilerin işi daha kolay, gerçeğe tutunup anladığı gibi anlatmak. Ülkede un var, şeker var, helva yapmak için de saf tutmak gerek. Felsefenin de belki doğabilimleri ve psikoloji ve sosyalbilimlerin verileriyle yeni ufuklara yelken açması gerek, onların işi daha zor.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *