İlter Ayata eski bir milli Voleybolcu. En ünlü Urla’lı olan Anaxagoras’ın yolunu neredeyse tersten yaşıyor. Lapseki civarındaki ve 1950 lerin köylerindeki çocukluğu ve son yıllarda Urla’lı oluşu. Urla’nın ülkenin yeni edebiyat merkezi olma yolunda anlamlı bir katkısı var. Kalbime Dokundum (Yalınayak Yayınları 2013). Yıllar önce ilk taslağını okumuştum: Otobiyografik bir roman.
Doğrusu Urla anlamlı yazarlar kazanıyor. Filmi çekilip ünlü olan. Evinde çocuk iken –komşusunun anlattığına göre –küp bulunup, Hukuk okuyan Necati Cumalı’ dan daha donanımlı bir yazar bence. Cumalı otobiyografik öykülerinde kasabalı aydın’ı, bir anlamda kendisini tasvir ediyor. Ayata, bir nesil sonra hem köyü, hem Amerika’yı, hem milli düzeyde sporcu, hem yönetici, hem hasta olarak çok akıcı bir şekilde anlatıyor.
Kalp hastalarının, köyü merak edenlerin, Urla Yarımadası’nda oturanların okumaları gereken bir kitap, eğer benim durumuma düşmek istemiyorlarsa; ben Necati Cumalı’yı 60 yaşımdan sonra okudum.
Merak ile Ayata’nın yeni çalışmasını bekliyorum. Harıl harıl yazıyormuş. Bu sefer tam bir kurgu olarak toplumun önemli bir meselesini yazacak. Daha fazla sır vermek istemiyorum.
Yaz okuması deyince tabii Necati Cumalı okuyarak bir eksiğimi giderdim. Bu arada kitabında gene köy yaşamını son derece eğlendirici biçimde anlatan Yakup Kıvrak ın Deli La Bu Örtmen kitaplarını okudum. (Müzik Eğitimi Yayınları) Müzikle, ilgilenen her kişinin okuması gereken bir yapıt, birinci kitap, ayrıca okuduğum en duru ve güzel köy öyküleri. Bir film yönetmeni birinci kitabı filim yapsa inanılmaz bir üne kavuşur. İkinci kitap sanki olmasaydı daha iyi olacaktı. Biraz emekli Genel Müdürlerin yazdıkları gibi, fazlaca kendisini anlatmış, malzeme bitmiş, fazla tekrar var. Saf bir genç “Örtmen’in” ilk köy tecrübesi : Birinci”Deli La bu Örtmen’i “sadece okumakla kalmadım, bir fotokopisini çekip bir dostuma okuması için verdim, bir tane de yazarın önerdiği gibi Urla Rüzgargülü’nden sipariş verdim ve başka bir dostum okuyor.
***
Üç yazar da; Ayata, Cumalı ve Kıvrak kendilerini (belki de haklı olarak? ) mek parmak halkın üstünde gördüklerinden, beğenmedikleri satır aralarından sezinlenen DP devrindeki harmanlanmanın ürünleri. Geriye bakınca eminim ki bu AK Parti devrini de esasen anlamlı bir harmanlama ve memur’un halka hizmet etme döneminin pekişmesi olarak göreceğiz. Her ne kadar, her güç sahibi insan gibi politikacı’nın da ayakları 10 yıllık iktidardan sonra yerden kesilse de.
Mısır Darbesi ile de ilginç bir dönem yaşıyoruz. Dinlerde Hristiyanlar kibirden arınma, Müslümanlar enaniyet düsturunu ortaya koyuyorlar. Dini, bir kültürel yaklaşım ve öğreti değil de bir inanç olarak gören ve gücün sarhoşluğunu yaşayanlar’a ise demokrasinin bir kazanımını tekrar tekrar anlatmak gerek. Keşke 8-10 yıl sonra kendiliklerinden çekilebilseler. Allah’ın kendilerini bir makama koyduğuna inanan yöneticiler ise illa tosluyorlar bir yerlere. Lider sultasına son verecek bir seçim kanununu AKP çıkartırsa beni şaşırtır doğrusu.
Yaz okuması deyince Behice Boran’ın mektuplarına bir göz attım ve The Japanese Mind diye Davies ve İkeno’nun yazdıkları güzel kitabı zevkle okudum. Zorlayarak habire yazanların “eser” dedikleri ise bir kenarda kalıyor, beni bir iki denemeden sonra sarmıyorlar. Ama her insan kendisi karar verir neyi beğendiğine. Öyle “sen beni iyi yaz, ben de seni iyi yazayım, usta yazar” vs. zorlaması ile bir şeyler oluşmuyor. Okur kısaca “yemiyor”.
***
Şu an eğlenerek ve doğrusu çok beğenerek Mo Yan (Nobel ödüllü “Dilsiz Şair”) okuyorum. Nobel ödülü deyince Orhan Pamuk ‘un başarısı muhteşem. Bütün Uzak Doğu’da her kitapçının rafında.
Nasıl Orhan Pamuk Doğu ve Batı’nın köprüsü olan Türkiye öyküleri ile bu ülkeyi (75 milyon nüfus) tanıttı ise Mo Yan’ın da sevilmesinin nedenini Çin kültür ve geçmişini dünyaya anlatmasında aramak gerek. Çin’de tabii yaklaşık 150 Türkiye yaşıyor. Belki ben Türkiye’ye fazla yakın olduğum için Orhan Pamuk’un hiçbir romanını sonuna kadar okuyamadım. Mo Yan’ı keyifle, öğrenerek okuyorum. Değişim (The Change) bir günde okudum. Yaşam ve Ölüm Beni Yıpratıyor (Life and Death Is Wearing Me Out) bakalım Türkçe’ye nasıl çevrilecek? Her yazar kendisini direkt veya endirekt yazıyor, da tadında yazıyor Mo Yan.
***
Haa, tabii bir de ara sıcak olarak dilimize çevrilen “Nietzche öldü bir Hipopotam olarak yeniden doğdu” (Klein ve Cathcart, Aylak kitap) çok eğlenerek okudum. Bana artık gına getiren Woody Allen’i en azından yazarlardan birinin çok beğenmesine ve herşeyi sanki biraz fazlaca alaya almalarına rağmen. Neden Su Aygırı değil de Hipopotam demiş çevirmenler anlayamadım, belki orijinal kitap adı olan Heidegger ülkemizde fazla tanınmaz diye Nietzche yi başlığa almışlar – bence gayet doğru bir seçim- ama İngilizcesini de sipariş verdim. Birkaç liraya bu tür kitapları kullanılmış olarak Amazon’dan , New York’ta kızım alıyor bir gidip gelen ile bana ulaştırıyor. Gene heyecanla beklediğim, haftaya gelecek, Paleontoloji hakkında birkaç kitap var.
***
Böyle alt alta yazınca da sanki kendimi her daim suçladığım kadar tembel bir “okumaz yazar” değilmişim hissi uyanmadı değil. Yeni düşlediğim evrim hakkındaki kitabın başlığı belli de kurgusu ne olacak göreceğim gare. Ayrıca Behice Boran’ın şiirleri, annemin ve benim komünist arkadaşlar ile olan anılarımız da yazılmak için sırada. Bir denk geldiğinde birkaç haftada ortaya çıkar. Bu sefer basılmadan önce daha bir düzgün bir edisyon yapılsın ve devrik cümlelerim vs okura daha kolay bir hale gelsin diye yardım almaya kararlıyım.
Bir tek lisanda yazan yazarların kitaplarını gıpta ederek okuyorum.. Birden fazla lisanda yazınca biraz çorba durumları kaçınılmaz oluyor sanki. Napçen? Malzeme bu! Vermeyince mabut na’psın mamut?
Kendimden de esasen sıkıldım. Bu ruh ve bedenin birlikteliğini el mecbur devam ettiriyorum. Aman ha! Böyle yazınca ruh sonra tek başına bir yerlere gidiyor diye düşünüyorum sanılmaya! Anılarda, belki birkaç insanın hissinde, birkaç cümle ya da davranış biçimi halinde kalıyor diye umuyorum.