Sedef Tunçağ’ın \”Bir Varmış Urla\” kitabını, eskilere dalmış okurken, bir yandan da güncel olayları düşünüyorum. Akıl bir yeniyi , bir eskiyi tarayarak kendince doğruları bulmaya çalışıyor.
Paranın önemli olduğunun çağımızda daha bir farkındayız. Olmazsa çay alamıyorsun, yemek ısmarlayamıyorsun, seyahat veya hayır yapamıyorsun. Yan yana, iç içe bir sürü fikir dolanırken kitapta şu cümle ilgimi çekti:
“Öztürk Başarır, eskiden dostlukların ne kadar gerçek, derin ve karşılıksız olduğunu gösteren bir olayı şöyle dile getiriyor:
“Babamın çok yakın dostu, ticaret bakanlığı da yapmış olan Atıf İnan, bakan olmadan önce Urla’da iken verem olmuş. Tedavisi o günkü koşullarda Türkiye’de mümkün değil. İsviçre’ye gitmesi gerek. Babam da daha önceleri satın aldığı Tellibağ’ı satıp Atıf İnan’ı İsviçre’ye gönderiyor, iyileşerek dönmesini sağlıyor.” “
Bundan altı ay kadar önce Zeki Kıvrak ile bir fikirleşmeyi anımsıyorum: O paranın önemli olmadığını dostluk ve arkadaşlığın karşılıksız olduğunu, ben de her şeyin netice itibariyle bir çıkar için olduğunu ve bizdeki yoksulluğun paylaşımının bile bir beklenti ile olduğunu savundum.
Şimdi Tunçağ’ın kitabından olan alıntıyı mesafeli bir şekilde irdeleyelim:
Birinci saptama: oğul babasının hayrından bahsediyor ve beşer şaşabilir. İkinci saptama: Varsayalım ki oğul babanın yaptığını tamamen doğru anımsıyor; Vatan mevzubahis olunca gerisi teferruattır yaklaşımın gerçekten yaşandığı, Yunan ordusunun Urla’da dört yıla yakın bir süre egemen olduğu bir devirin hemen sonrasından bahsediyoruz. İnsanlar bir dava uğruna yaşamlarını vermeye hazır olmuşlar. İnsan karşılıksız bir burs verdiği zaman örneğin okuyan bir çocuğa veriyor, bir madde bağımlısı çocuğa madde alsın diye vermiyor. İmkanı daha geniş ise madde bağımlısı çocuğun tedavisi için veriyor. Bu yüce bir amaç ama netice itibariyle bir çıkar. Türkiye’nin geleceği için önemli olabileceğine inanılan bir gencin tedavisi için para vermek de bir çıkar ve somut bir karşılığı var: iç huzuru ve benimsenen bir insana yardım edebilmek.
Çıkarı kötü birşey olarak görmenin “faydacı, çıkarcı” gibi yaftalarla düşünmenin yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Bir yargılama biçimi, yani bir anlamda “ben o insanı çözdüm o şu nedenle bunu yapıyor” gibisinden. Çözünce veya çözdüğümüze inanınca aşağılamaya pek düşkün bir türüz zaten. Bir diğer çıkarı kötü gösterme dürtüsü de beklentiden kaynaklanıyor. Sana verince bonkör, sana vermeyince cimri. Çıkar iyi veya kötü değil bir gerçek sadece. Yani her ilişki bir çıkar ilişkisi.
Hele yaşlanıp muhasebe yapınca “gençken ben acıkanın halinden faydalanarak, (çiftçi, ahçı,fırıncı,lokantacı) veya hastanın hastalığından faydalanarak (hekim) sorunlunun sorunundan faydalanarak (avukat, hakim) para kazandım” “şimdi karşılıksız hayır yapayım” diye olayı görmek de bence yanlış. İnsanın benimsediği yani benden olarak algıladığı başka bir yaratığa veya doğaya “yatırım, yardım” yapması faydasını kendisi göremeyeceğini bilse bile doğal ve hepimizin içinde gayet köklü olan sürü güdümüzün bir parçası. Bu olay esasen kültürümüzde güzel çözülmüş en ideal haliyle: alanın verenden haberdar olmaması. Bir teşekkür beklemeyecek kadar da dingin olabilmek. Ama insanlar bekliyorlar ve beklemekle kalmayıp yaptıkları hayrın üstüne isimlerini kazıtıyorlar. Politikacılar caddelere, yaşarken isimleri yazılsın diye kulis yapıyorlar, Şirketler hastanelere. Reklam önemli.
Çok natamam yaratıklarız vesselam. Ne demiş hemşerimiz Anaksagoras kardeş: “Duyularımızın zayıflıkları nedeniyle gerçeği idrak edecek durumda değiliz.”
Ama en azından bir gerçeği kenarından köşesinden açabilmek ve ışığa kavuşturabilme çabası da sürü güdümüze daha kolay anlaşabilme konusunda bir katkı mı ne? Özetle, bırakın yardım etmenin, edebilmenin bir sevinç vermesini, anlayabilmek veya anladığını sanabilmek bile bir sevinç veriyor.