Işıd, Türban, Sopa ve Havuç

 

 

Toplumlar korku ve ödülle yönetilir. Ne denli fazla fırsat eşitliği ve ödül varsa o denli daha stabil bir ülke yönetimi vardır. İlla yönetenler ve yönetilenler vardır.

Düzen ise düzensizlikten her zaman daha iyidir. Ne kadar keyfilik var ise o denli de mutsuzluk vardır.

 

 

Bu verilerden yola çıkarak demokrasi mi diktatörlük mü? diyenler son yıllarda sınavlara tabi tutuldular.

 

Teorik olarak yanıtı basit olan bu soruya pratikte farklı ülkeler, farklı yanıtlar veriyorlar.

 

Sınavlardan biri “Arap baharı” ise, diğeri de Irak’ın istilası idi. ABD İrakı keyfi bir şekilde istila edince Alman düşünür Hans Magnus Enzensberger, Saddam denen diktatörün düşürülmesini kutladı. O sıralar Almanya’da ve dünyada genel bir “Anti Amerika” rüzgarı esiyordu. Enzensberger’in ABD yanlı  tutumu yadırgandı. Birkaç yıl sonra da kendisi zaten yanıldığını kabul etti. Saddam’la İrak bireyler için daha hesap edilir bir yaşam alanı idi.

 

Arap baharında da toplum “artık yeter” dedi. Komplo teorilerini falan bir tarafa bırakalım. Tabii ki “yabancı güçler” kendi çıkarları doğrusunda her zaman dümen tutacaklardır veya ülke ne denli dengesiz ise bu çabalarında daha etkili olacaklardır..   Arap baharında esas olan halkın tepkisi, yani baskıcı bir üst sınıf yönetimi ve kısaca yönetilenlerin kendileri için bir şans görememeleri idi.

 

Birçok Libya, Mısır’ı tanıyan dostum “Gaddafi zamanında daha fazla huzur vardı şimdi halk Libya’da perişan” türünden izlenimleri paylaşıyorlar.   İşadamı açısından bu gözlemler doğru da, sürülerin tavırlarını ve patlama toleranslarını anlama açısından ne denli uzun vadeli geçerli bilemiyorum.

 

Bu sorulara tek zamanlı bir yanıt vermek kolay değil. Kısa vade ve uzun vade çok farklı olabilir.

 

Ne denli fazla keyfilik ve az fırsat eşitliği uzun vadede o denli dengesiz ve illa bir uçuruma yuvarlanacak bir yönetim mevcut demektir.

 

Türkiye bir çok açıdan şanslı bir ülke. Bu örnekleri görüp değerlendirirken ve ders çıkartırken kısmen çok çabuk kolaya kaçıyoruz diye düşünüyorum.

 

Bizde Erdoğan çok canlı bir fırsat eşitliğinin ispatı idi. İngilizce upwards mobility denilen alt katmandan bir liderin doğuşu ve yukarıya çıkışını izledik. Havuç ve sopa dağılımı daha hakça yapıldı. Sonra hep beraber Erdoğan’ın “ucube” deyip bir anıtı yıktırması, tek başına bir fetih camii inşaatına koyulmasına (Çamlıca) tanık olduk. Gezi olaylarının alaycı bir şekilde küçümsemesine ve baskı ile idaresine.

 

Sonra 17 Aralık ve ayakkabı kutuları olayı başladı. Burada paralel devlet ve yabancı güçler hiç mi yoktu? Kesinlikle vardı ama başka unsurlar da vardı. Müslüman “elit” bir kesimin bir halk hareketi olan AKP veya artık daha ziyade kişileşmiş hali olan Erdoğan ile mücadelesini gördük.

Erdoğan’ın vatansever olduğundan bir an için bile şüphe etmiyorum. Üç çocuk ısrarı geçici bir süre için Türkiye’nin lehine bir dümen tutuş ama bu gezegenin gerçekleriyle uyumsuz ve Erdoğan’ın bir yerel lider olarak kalmasına ve dünya lideri olamaması için de bir neden ayni zamanda.

 

 

Olayın din ile bir ilgisi olmadığını basitçe saptayalım. Ruhban sınıfı olmayan bir dinde devasa bir bütçe Diyanet’e ayrılıyor. Sadece bir havuç dağıtım ve kontrol mekanizması.

 

Adem’in kaburgası

 

 

Korkarım evrim konusundaki tutum da yerel ve geçici. Mahalle baskısı ile Üniversitelerde bile evrim  genelde öğretilmiyor, bırakın liseleri.

 

Orta öğrenimde nesnel ve öznel farkını anlatırken “\’Havva Ademin kaburgasından yaratılmıştır\’ öznel bir cümledir, nesnel değildir” diyen öğretmen hakkında soruşturma açılıyor. Bu dediğim bir şaka değil ve geçen yıl ülkenin en batısında, Urla’da yaşanan bir vaka!

 

Liselerde başörtüsü kararına gelince bu da yerel, öznel ve popülist bir karar.

 

Evrim konusunda ise uzun vadede içim rahat. Evrim doğanın anayasası ve yerel politikacılar dünyanın neresinde ne derlerse desinler, ne yasaklarlarsa yasaklasınlar gerçekler giderek daha çok insan tarafından anlanacaktır. Bilimsel gerçekler etrafında ne kadar çabuk saf tutabilirsek o denli uzun vadeli planlar yapabileceğimizi de bu ülkede anlamak da umarım benim neslime nasip olur.

1 thought on “Işıd, Türban, Sopa ve Havuç”

  1. Bu yazi kelimesi kelimesine anladigim ve katildigim bir degerlendirme oldu. Yalnizca son on yilin degisimi degil Recep. Altta yatan toplumsal, bireysel ve ekonomik magmanin disavurumu. Nereye kadar gidecek ve toplum ne hale donusecek merak, kaygi ve endiseyle izliyorum.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *