SEÇMECE


Avrupa /Türkiye ve Seçim kanunları korkarım 2015 de de GÜNCEL olacak!

Altmış ve yetmişli yıllarda Ankara’daki Türk bürokratlarının nüfusu kadar seçmen Batı Avrupa ülkelerine göç etti. Hepsi sağlık kontrolünden geçmiş, en az ilkokul mezunu insanlar. Türkiye’nin ekonomisine örneğin, Ankara ve tüm illerdeki memurlardan fazla katkıda bulunan insanlar.
Bu insanların hâlâ Türk parlamentosunda temsilcileri yok. Hâlâ Almanya’da oy hakkı olmayan azınlık konumundalar. Batı ülkelerinde hizmet etmek için maaş alan Türkiye Cumhuriyeti memurlarından, yurttaki politikacılardan daha aktif, daha bilinçli bir yaklaşım beklenemez mi?
Göreceli olarak belki Türkiye’nin en iyi okumuş, en zengin kitlesini oluşturur “Alamancılar”. Büyük çoğunluğu üretken yaşta, hepsi okumuş, yabancı kültürler ile bir oranda aşina…
Hak her zaman haktır. Fakat haklı olmak ve hakkını almak ve kamuoyuna duyurabilmek apayrı şeyler. Organizasyon ve bilinçli çaba gerektiriyor.
Alamancıların artık organize olarak hem Türkiye hem Almanya parlamentolarında temsil edilmeleri lazım. Bu uzun veya kısa vadede elde edilmesi için bilinçli çaba gösterilmesi gereken bir hak.
Almanya’daki dernek ve kuruluşların artık bu temsil hakkına yönelik lobby kurma zamanı geldi. Hem Almanya’da hem Türkiye’de oy verebilen konumda olanlar birleşip bu oylarının güçleri ile bu azınlığı temsil etmeye başlamalılar.
Türklerin yoğun olduğu bölgelerdeki dernekleri, seçilmek isteyen yerli politikacı bir demeç vermeden, bir ziyaret edemeden geçememeli! Başkalarının Alamancılara kendileri kadar iyi sahip çıkamayacağını anlamak harekete geçmenin yarı kırası sayılmaz mı?
Dinci kesim dışında her Türk partisinin uzlaşma gösterdiği bir ilke, Avrupa Topluluğuna girme isteğindeki kararlılık. Türkiye istiyor, AB Türkleri istemiyor…
Batı Türkiye, birçok kitap, harita ve programda bir Asya ülkesi olarak sınıflandırılıyor… Türkleri bin dereden su getirerek ama esasında din ve dine bağlı kültürel nedenlerden dolayı AB içinde görmek istemiyorlar.
Acaba AB ülkelerinin ürkmesindeki ana neden din mi? Önemli politikacıları Budizm ile aşina olan ve Kuran’ın herhalde Türkiye’de olduğu kadar yoğun okunduğu bir ülke olan Almanya, örneğin, sadece dini nedenlerden mi Türkiye’yi AB’ye istemiyor? Bildiğiniz Alman veya İngiliz gençlerin kaç tanesi düzenli kiliseye gidiyor? Din gerçekten önemli mi bu yılların Fransa’sında, Almanya’sında? Yoksa kilisenin çan sesi bir hoparlör ile çevreye yayılsa bir Alman vatandaşı, bundan 15 yıl önce olduğu gibi çıkıp hala kiliseyi dava edebiliyor mu? Akustik çevre kirlenmesine neden verildiği için.
Türkiye acaba bir Türk vatandaşının cami hoparlörlerinden davacı olabileceği seviyeye geldi mi?
Batı Avrupa çoğunluk ile Hıristiyan, Türkiye Müslüman. Bunun dışında başka ne farklılıklar var? Yenilen içilen mi? Hayır. Batılı komşumuzda yenilip içilen bizden farklı değil. Ekonomik göstergeler mi? Portekiz, Yunanistan bizden çok farklı değil. Rakamsal olarak en farklı olduğumuz oran ne?
Bu göz ile bakınca bariz bir fark olan bir rakam ortaya çıkıyor, nüfus artış hızı. Türkiye’deki nüfus artış hızı Batı Avrupa ülkelerinin üç misli.
Türkiye bu sayı ile Asya ülkeleri ile uyum içinde. Dünyada zaten iki tip nüfus artışı sergileyen grup var. Zenginler genellikle artmayan nüfusa sahip, gerek eğitim gerek ekonomik bakımından kurulmuş bir denge. Gelişmekte olan ülkelerde ise nüfus artışı yüksek ve artan nüfusa yetişememe belirgin…
Gelişmiş ülkelerde nüfus olduğu yerde kalırken, az gelişmiş ülkelerde %2 – %3 oranlarında artmakta. Her yıl milyonlarca çocuk açlıktan ölmekte. Nüfusu artan ülkeler borç içindeler. O zaman artan nüfus ile dünyada bir hâkimiyet, bir önemlilik kurulacağına inanmak doğru olur mu? Tabii ki olamaz! İsveç, Norveç, Danimarka, Kanada ve Avustralya’nın nüfusları bir Endonezya’nın nüfusuna yaklaşamıyor bile! Endonezya’nın değil 10 yılda veya 20 yılda, yüz yılda bile bu ülkelerden daha etkin olabileceğini düşünmek doğru olur mu? O zaman Türkiye’nin de nüfusu ile etkinlik sağlayabileceğini düşünmek de, aynı oranda doğru olur…
Ne kadar çabuk Türk politikacıları bu bilinçlenmeye gelirler ise, o kadar çabuk bu dünyada yönetilenler safından çıkıp yönetenler safına girme şansı artar. Bu konuyla ilgilenen olursa daha fazlasını “Bomba” başlığı altındaki ilerdeki makalede okuyabilir.
Bu arada AB’ye girmek ve batı tipi bürokrasi deryasına ve kargaşasına balıklama dalmak.. Türkiye için gerçekten iyi mi olur? Bilemiyorum, ama bana kalırsa, naçizane fikrim Türkiye’nin kendi sorunlarına akılcı bir şekilde yönelmesi, rüşvet vb. gibi bıktırıcı olayları bir kenara bırakıp akılcılığı yönetime geçirmesi AB’ye girmekten çok daha iyi olur. AB’ye girmemeyi tek savunan dinciler olmasa doğrusu ben de AB’ye girme sevdasının karşısında olurdum!

Bir yaklaşım da, tabii Türklerin ikide bir “N’olursunuz, Allah rızası için bizi AB’ye alın” yaklaşımından vazgeçip AB’ye girme yönünde hiçbir çaba sarf etmemeleri. Girmek için uğraştıkları kadar politikacılar çağdaş yasalar çıkarmak ve ülkedeki işleri yola koymak için gayret etseler en geçinden 5-6 yıl sonra AB Türkiye’yi davet edecek, “gelin bize katılın” diye…
Ama politikacılarımız, KİT, BİT ve Devlet Bankalarından çıkan kredilerin çekim alanlarından kurtulup 5-6 yılda müspet bilimler ile çalışma sürecine giremiyorlar. Hala 1930’dan kalma yasalarla insanlar canlarından beziyorlar. Hâlbuki fena mı olurdu ey politikacılar “AB size hayran, siz cama tırman”. İşleri yoluna koyuverseler Türk politikacılar AB temsilcilerine karşı nazlanıp eziyet ederlerdi, “Acaba girsek mi, girmesek mi?” diye.
Bu arada Avrupa’nın merkezinin örneğin ortada, yani Almanya veya Fransa’da mı olduğunu tartışmak da gerek. Ya bu merkez önceden beri eksantrik ise ve örneğin tarih boyunca bu kıtadaki en büyük imparatorlukların ikisinin yani Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının başkenti olan İstanbul’da ise? O zaman AB merkezini dışarıda bırakmış oluvermez mi?…

 

 

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *