Uzun süredir yeğenim Ali İzbul’u ziyaret etmek istiyordum. Şanghay da, Çince öğreniyor. En sonunda gideyim deyince Çin vizesi ve çipli pasaport gibi engeller çıktı. Şanghay’ı görmemiş olsam da Çin’i gezmiştim 20 yıl kadar önce ve hiç Japonya’ya gitmedim. O da gitmemiş: “ haydi Tokyo’da buluşalım” dedik. O kadar yol gitmişken doğrusu “arada birkaç gün Angkoru da göreyim” dedim.
Vietnam ve Laos vizesi zoruma gitti ama Japonya’ya uçarken yolda ara verip Malezya ve Kamboçya ‘yı görmek cazip geldi.
Angkor Vat tapınakları dünyanın en büyük tapınak kompleksi olarak tanıtılıyor. Binlerce dönüm tropik orman içinde doğa ile boğuşan yapıtlar.
Unesco yu Unesco yapan harikalardan biri. Birçok bina, şehir ,cami, kilise Unesco dünya mirasına girmek için çaba gösterir ve eğer girerse turist akımı açısından karlı çıkar. Maçu Piçu , Angkor Watt , Piramidler vs ise Unesco olmasa da dünyanın en cazip turistik yerleri olmaya devam ederler. Bu kuruluş hakkında daha önce yazmıştım. http://mahmuttolon.wordpress.com/2012/06/22/dunya-mirasi/#more-607
Kamboçya deyince akla kızıl Kmerler geliyor, Pol Pot isimli diktatör ve tabii Angkor Vat. 12 yüzyılda önce Hindu tapınağı olarak inşa edilmiş sonra Budist tapınağı olarak kullanılmış.
İnsanlar’ın tapınma gereksinimini bir kez daha idrak ediyorum. Hepsi bu olamaz! Bir öteki dünya olmalı arayışları içinde gördüğüm en büyük eserlerden biri. Tam kestiremedim acaba Mısır’daki binlerce yıl daha eski Luxor Karnak Tapınaklar kompleksi mi daha büyük burası mı ? Herhalde birkaç Arkeoloji, Dinbilim doktorası sonucu daha net kullanılan metreküp taş ve yayıldığı alan açısından bu soru açıklığa kavuşur. Ama ikisi de son derece çarpıcı.
Tuk Tuk
Angkor Vat’ta “güneşin doğuşunu orda izlemek gerek” diye duyunca sabah 5 de bir tuk tuk kiralayıp yola koyuldum. Tuk tuk eskiden rikşa diye bildiğimiz bisikletle çekilen faytonun artık motorsikletli hali. Bundan tam 40 yıl önce 1973 de bir yolculukta Taj Mahal’i görmüştüm. Tropik orman yakınında olan bir “harika” istasyondan birkaç kilometre rikşa ile gidiliyordu. Ufak tefek rikşa sürücüsünü görünce kendim bisiklete oturmuş sürmüştüm. Tabii kırk yıl daha gençleşmiş halimle sabahleyin trafiği gözüm yemedi, güzel güzel arkada oturdum sadece dönüşte önde bir bir poz verdim.
Güneş doğarken harabeler enfes idi. Turuncu bir gömlek ile kalabalıkta huşu içinde bekledik güneşin doğuşunu. Dört-beş yaşında bir kız annesinin elinden kurtuldu bana doğru on metre kadar koşarak geldi ve sağ elinin işaret parmağını sanki muayene edermişçesine iki kez göbeğime değdirdi. Sonra bütün yüzü aydınlandı ve gülümseyerek “Buddha ” diye bağırıp annesinin yanına koştu ve oradan beni izlemeye devam etti. Kalabalığın gülmesine katkıda bulunmuş oldum. Seam Reap de bir eksik bu taşların taşınmasına katkıları olan fillerin artık doğal ortamda kolayca görülememesi. Makinalar yerlerini almış. Bir Fil barınağı hem turistik gelir kapısı olur hem de bu hayvanların bu tapınakların yapılmasına katkısına bir anı.
Tropik doğanın tapınaklarla mücadelesi etkileyici. Birkaç resim ile paylaşayım.
Mayın müzesi
(landmine museum)
İlginç bir yer de sonra gördüğüm mayın müzesi oldu. Aki Ra ismini alan genç anne ve babası 5 yaşında öldürülünce Kızıl kmer askerleri ile dolaşarak büyümüş ve mayın eksperi ve çocuk savaşçı olmuş. “O zamanlar savaşın normal bir yaşam olduğunu sanırdım” diyor. Binlerce mayın döşemiş. Sonra aklı ermeye başlayınca ve savaş ta bitince önce bulduklarını sergileyerek ve sonra da yabancıların yardımı ile bir müze ve kimsesiz çocuk bakımevi haline dönüştürerek, sivil toplum örgütleri ve askerler için serseri mayınları toplayarak yaşamına devam etmiş. Kırk yaşlarında dolu dolu yaşamış ve yaşayan bir insanın öyküsü.
“Buddha” … Made my day (night)… Thanks for sharing!
LikeLike
Süper bir gezi olmuş , hep kendiniz gezin !
LikeLike
Süper bir gezi olmuş , hep kendiniz gezin !
LikeLike