Megalomani ya da büyüklük sanrısı veya büyüklük kuruntusu, kişinin kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Megalomani, kendi başına bir hastalık değilse de oldukça şaşırtıcı bir ruhi durumdur. Büyüklük hezeyanları kişinin, yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara dayanır.
Tıb tarihinde megalomania sifilizin yani frengi hastalığının üçüncü evresini belirten bir teknik terim olarak da kullanılmıştır. Artık tüm lisanlarda büyüklük hezeyanı anlamında kullanılmaktadır.
İnsanın biraz hipomanik olması fena bir şey de değildir. Ayrıca büyük görevlere saldırmak için gerçeküstü algılar gerekebilir. Tarihe baktığımız zaman büyüklük hezeyanı olan birçok hekim de görebiliriz. En basit örnek Bergamalı Galen\’dir. Etrafı küçümseyip kendi fikirlerine hayran bir cerrah idi.
Birçok görüşü tıbbın gelişmesi ile “çağdışı” kaldı. Ama zamanında gerek özgüveni gerek ünü sayesinde Galen tıbba hizmet etmiştir. Bu ruhi durumunu belirtirken hizmetini yok varsaymak büyük haksızlık olur. Ama bilim artık ortak aklın çatışma sürecinde bir yarışın sonuçlarının değerlendirilmesi ile gelişiyor ve süperstarlar yerlerini tabiri caiz ise yerel matadorlara bırakıyorlar.
Bazı görevleri devam ettirmek için biraz büyüklük sanrısı faydalı bile olabilir. Örneğin hekimler hastaları hep yatay kendileri dik durabilirken biraz üstün insan oldukları yanılgısına kapılabilirler. Eh haftada 80-100 saat çalışmak için de biraz kendine güven fena bile olmayabilir. Biraz daha mesleklerinde derinleşince alçakgönüllü ve daha dingin olduklarında tam mesleki ve insani açıdan “kıvama gelmişler” demektir.
İnsanların biraz da “delisi” makbuldür. Bazı hedeflere saldırabilmek için aşırı özgüven gerekli bile olabilir. Endorfin salgılanması insana bir mutluluk verir. Daha fazla çalışma gücü verir ve inanılmaz işleri yapabilme gücü verir. Hele hele sağlıklı düşünebiliyorlar ise. Yoksa Atilla, Çengiz Han, Büyük İskender gibi liderlerin sadece at ile inanılmaz imparatorluklar kurmaları mümkün olmazdı. Çoğu insan doğal olarak tarihe geçmek veya tarihe iz bırakmak ister. Daha çok insan ise ikinci adam olmayı hayal eder. Yani bir güç kaynağının trenine binmeyi. Kendilerini o şekilde güvende hissederler.
Haksızlık ta etmemek gerek, rekabet içinde bir insan başarılı olunca kıskananları da çok olur. Normal demokrasilerde lideri küçümseyen birçok kalemşör ortaya çıkabilir ve kısmen saldırgan laf ebeliği ile yükseleni küçültmeye ve kendi komplekslerini tatmin etmeye çalışırlar. Bence sağlıklı ve sağlıksız gelişmeyi ayırdetmemiz için en önemli kıstas, yarışta kişinin etrafını tehdit edip etmemesidir. Korku ile uzun vadede başarılı olunabileceğine inanmıyorum.
Bertrand Russel örneğin narsizmi megalomaniden ayırmıştır. Kendilerine hayran “güzel çocuklar” risk alma konusunda çekingendirler ve o denli çalışkan ve güç tutkunu da değildirler.
Idi Amin Dada ise liderler arasında görülen tipik bir megaloman örneğidir. Bu insanda gerçekten de beyne tesir eden frenginin üçüncü evresi olduğu söylenir. Öngörülemez hiddet ve şiddet atakları ile tarihe trajikomik bir figür olarak geçmiştir.
İdi Amin hakkında filimler de çevrilmiştir. En ünlüsü 2006 yılındaki İskoçya’nın Son Kralı filmidir. Türkmenbaşı bir diğer örnek olarak gösterilmektedir. Haftanın günlerini kendi ismi ile anmak vs gibi hezeyanları bilinmektedir. Ocak ayını kendi ismi ile Nisan ayının da annesinin ismi ile anılmasını buyurmuştur. Kendisinin 80 metrelik ve 24 saat içinde güneşi takibederek bir kez dönen bir heykelini diktirmiştir.
Kaddafi ve Esad son gördüğümüz diğer büyük megolaman liderlerdir. Hep kendi çocuklarının zenginleşmesi ile hüküm sürmüşlerdir. Çevresinddeki insanlara güvenememe ve kötü niyetlerinden korku biraz da megalomaninin bir parçası ve gıdasıdır. Bu güvenmeme her türlü olumlu yapıcı kritiğe de kapıların kapanmasını ve etrafın yağcılar ve hayranlar ile sarılmasını da beraberinde getirir.
Bu devirde bu tür fenomenlerin nasıl oluşabileceği ise apayrı bir konudur..
İnsanlar doğal olarak önce kendi çıkarlarına bakarlar ve bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın felsefesini güderler. Hele hele kendilerine yönelik bir eylemden korkarlarsa. Biraz da Stockholm sendromu denilen esirin esiredene hayranlığı durumu olabilir. Demokrasilerde bu durum seçimlerle aşılır. Gelişmiş toplumlarda, çağımızda lider çözümleri normaller içinde aranır.
Padişah İbrahim’in ise ülkedeki en şişman kadının kendisi için bulunması istediği rivayeti vardır. Bilemem, ben orada yoktum. Belki de dış mihraklar şanlı tarihimize pislik atmak için uydurmuşlardır. Kardeşleri öldürüldüğü için korku içinde büyüdüğü yazılır. Konunun uzmanı değilim ama frengi mikrobunun Amerika’dan yaşamı sırasında ona kadar geldiğini sanmıyorum.