Gündem ağır ama gelin biraz hafifletmeye çalışayım. Ölümler, rejimsorunları, AKP kongresi. Umurunda mı dünya?
Tabii umurunda! Ama yaşam da devam ediyor. Gündem ile ilgili olabilecek eski bir yazımı yarın tekrar yayınlayacağım. Esasen aklım fikrim şu an % 16 civarında olan halkımızdaki evrim farkındalığı ile biraz uğraşmak ama sanki o da gündemde olmasa da, ağır bir konu. Önümüzdeki hafta buradan \”evrime inanmak\” isimli ekitabımı da ayrıca duyuracağım desteklemeniz ve okunmasını sağlamanız ricasıyla.
Hafif konuya gelince, eski dostum Murat Yapça ve eşi İpek Yapça ile tam anlamında felekten bir gece çaldık dün. Eski hikayeler canlandı ve müşterek ilk ticari girişimimizin anısı! Kahkahalar ile torun torba sahibi insanlar olarak hatırladık.
1968-1969 veya hatta belki 1970 yılı. Murat ODTÜ de Mühendislik öğrencisi, ben Almanya’da Tıbbiye. Bir yaz gelmişim ve yaz yağmuru bastırmış. Babamın arabasını Atatürk bulvarında Bakanlıklarda yolun kenarına bıraktık. O zaman ülkenin en geniş bulvarı orası ama kenara park etmek mümkün.
Yollar selden geçilmiyor. Arabadan indik Paçaları sıvadık..Ayakkabıları gömlekleri arabada bıraktık . Yalınayak üstümüz çıplak yağmurun tadını çıkartıyoruz. Bir tane hasır şapka var o da bir O’nun kafasında, bir benim.
Kızılay’a geldiğimizde ortada refüj, yolu sel almış. Birkaç insan refüjde mahsur kalmış. Tüm insanlar kaldırımlarda karşıdan karşıya geçmeyi bekliyorlar.
Murat fikri benden biliyor, ben anımsayamıyorum: “Haydi” demişim “karşıdan karşıya insan taşıyalım. 25 kuruş sırtlayarak.” Ama Hanımlar üstü çıplak yalınayak suyun içinde dolaşan iki gencin sırtına binmez! Onlara da altınbeşik, ikimiz bir olup kenetlenmiş ellerimizin üstünde taşıyoruz. Hanımlara 50 kuruş . Çünkü bir seferde ikimiz de çalışıyoruz. O taşıma halimizi çok iyi hatırlıyorum. El edip çağıranlar, seyredenler. Kızılay’ın göbeği.
Sonra yağmur dindi, biz iş peşinde Sıhhıye\’ye doğru inip – sular oarada daha yüksek olduğundan -taşımaya devam ettik o zamanın parasıyla on TL ye yakın bir para kazandık.
Bu arada Murat’ın başına o karşıdan karşıya koşturma anında farketmediğim bir başka iş gelmiş. Okul arkadaşı Şerafettin Üstünkol yolda. Binmiş Yapça’nın sırtına, karşıdan karşıya geçiyorlar. Suyun içinde okul arkadaşına “ hayatta sana 25 kuruş vermem!” okul arkadaşından para mı alınır!” falan demesin mi? Yapça da “emek bu abi” falan diye tartışmaya girmiş ama bakmış ki Şerafettin para ödemeyecek. Refüje gelince bırakmış onu “bedava hizmet bukadar” diye yolun ortasında! Arkadaşı da bu anıyı kitabında yazmış. \”Tarihsel Yaşamda Eşekten Uçağa\” diye bir kitabı var. İnternetten bakınca buldum. Umarım bu yazıdan sonra yollar da okurum. Bilinmez, belki o da kitabının yarısını yollar!
Terminolojiye hakimdik. Yaşıtlarımız “abi veya abla” idiler. Biraz daha kıdemliler ise : “Beyabi veya Hanımabla”!
Ne kadar güzel bir gençlik anısı. Daha birkaç tane böyle var da, olur almadan yazamam!
Yağmur dinince, zar zor biz “baldırıçıplakları” alacak bir taksi bulup kazandığımızın çoğunu’da taksiye verip hovardalık bile yapmış ve Bakanlıklar’a dönmüştük. Ankara\’nın yaz yağmurlarına teslim olmasında kırkbeş yılda fazla değişen olmamış anlaşılan.