Göçmenler, Canlı Bombalar, İnsansız Hava Araçları

 

 

Canlı Bomba düşüncelerine devam etmek istiyorum. Bir provoke eden soru ile başlayayım:

 

Canlı bomba ile insansız hava aracı ile bir mahalleye bomba atmak arasındaki fark nedir?

 

Yanıt denemeleri: Birinde bombayı atan ölür, diğerinde masasında bir düğmeye basar.  İnanılmaz bir kararlılık farkı var! İkisi de “yargısız” veya “önyargılı” infazdır ve masum insanlar öldürülür. İnsansız hava aracında bilgi akışı doğru ise istenen “hedef” de masum insanlar yanı sıra yok edilir.

 

 

Varsıl insanlar sürekli akan su ile, genelde kesilmeyen elektrik ile doğa üstü lüks bir yaşam sürdüler. Yaklaşık insanlığın beşte biri ve Türkiye de  genelde bu şanslı grupta.

 

Yoksul insanlar artık ayakları ile oy veriyorlar ve bu varsıl kesimden pay almak istiyorlar. Göçmen sayısı artıyor. Varsıl dünyadaki sistemler sarsılıyor. Batı dünyasında bu genelde (Almanya’da AfD Almanya için Alternatif , ABD de Trump, Fransa’da Le Penn ) bir sağa doğru kayış halinde yanıt buluyor.

 

Komünizm dini çöktü, Asyalı dinlerin doğrudan para ve güç ile fazla ilgileri yok. Hristiyanlık bundan dört yüz sene önce direkt güç ile ilişkisinden büyük oranda feragat etti. İslamiyet’te bu tam olarak oluşmadı henüz. Ya reformlar Türkiye ve Mısır gibi ülkelerde olacak ya da ciddi sürtüşmeler devam edecek. Kıskançlığın olumlu türevi gıpta yerine yıkıcı türevi nefret canlı bombaları da patlatıyor.

 

Kapitalizm dini ise önyargılarla mücadelede ve başarılı olacak teknikleri daha geliştiremedi. Kapitali bir balon gibi şişirip para basarak öne doğru kaçmakla meşgul, bu da herhalde çıkmaz sokak olarak fark edilip yavaşça değişecek.

 

Sabancı cinayetindeki rolü netleşen Fehriye Erdal’ı Türkiye’ye iade etmeyen kibirli tutum Belçika’da Cumhurbaşkanı’nın ” biz teröristi geçen yıl yakaladık ve Batı’ya verdik” açıklaması ile iyice sarsıldı. Ne kadar ders çıkaracak Belçikalılar bilemiyorum. Nasıl bizde çok çabuk bazı şeylerin değişeceği konusunda fazla ümit var değilsem orada da kibirli yaklaşımın kolayca değişeceğini sanmıyorum.

 

Tüm Brüksel teşkilatında yabancı televizyonlarda duyduğum kadarı sadece iki adet Arapça bilen polis memuru var imiş. Dışla, dışla patlayınca şaşırana kadar.

 

Türkiye’de evrim okutulmamasına ve dini bilgilerin müspet bilim imiş gibi verilmesi devam ederse, gerek ülkenin tamamının, gerekse   gelecek nesillerin dünyada arzu edilen rolleri oynaması zorlaşacak. Birinin kültür, birinin müspet bilim olduğunu anlama vaktimiz geldi, geçiyor. Halbuki gerçekten de “köprü” olabilecek konumdayız!

 

Kanada’ da geçen yaz Frankofon bölümde   hala İngilizce soruya Fransızca yanıt vermekte israr eden “yerlileri” görünce türümüzün çözüm arayışlarını ne denli ağırdan aldığını bir kez daha anladım. Yanlarında İngilizce konuşan dev ABD, eh ülkede yaklaşık %20 Fransız kökenliler. Ülkedeki ekonomik lisan da İngilizce. Farklı ana lisanları olan diğer Göçmenler genelde İngilizce’yi ilk lisan olarak ediniyor. Fransızların kültürel kibirleri biraz trajikomik boyutta. Fransa’yı 15 yaşında bisikletle boydan boya gezdikten sonra doğrusu hem o güzel ülkeyi çok sevmiştim hem de o lisanı öğrenme çabalarıma son vermiştim. Etnografik bir hoşluk olarak dünya sahnesinde herhalde epeyce daha direneceklerdir.

 

 

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *