Gelecege bir bakış 2007 de bazısı artık gerçek
Yapsak da yapmasak da bize. İstersek yapabiliriz. Örneğin, şöyle bir bilgisayar seçiminin 2085 yılında nasıl olacağını bir çizeyim. Hep beraber bir gözden geçirelim:
İnsanlar ikibinli yıllarda çalışan ile çalışmayanın, üreten ile üretmeyenin bir olmadığını kavradılar…Demokrasi denilen ağır-aksak, çakar-atmaz nanenin tek seçenek olduğunu anladılar. Diyelim ki çok vergi veren, bir ila üç çocuklu okumuş, yabancı dil bilen, ülkeyi yurtdışında temsil eden insan 100 seçebilecek. Katil, kaçakçı, okuma bilmeyenin, beşten fazla çocuğu olanın orantılı olarak sadece bir, sekiz veya onbir oy hakkı olacak. Kimsenin bir rey hakkından az oyu olamayacak… Ama oy hakları her yıl değişecek. Arada sırada oy etik komisyonları toplanacak. Bu oy sayısı belirleme kıstaslarını tartışmak için seçim, hakikaten demokrasinin işlemesi yol aldıkça daha zevkli bir olay haline gelecek.
Diğer taraftan, ozon deliği, nüfus vb. gibi öğeler insanları bu mekanizmayı daha bir güvenilir, daha şeffaf ve hakkaniyetli bir hale getirmek için çalışır hale getirecek. Çoğunluk ne isterse istesin, birey hakları kutsal olacak.
Daha sık seçimler, referandumlar olacak. Elektronik bilgi işlem gereçlerinden doğan yararlarla seçim çok pahalı olmaktan çıkıp, çok sık başvurulan bir yönetici desteği olacak.
İnsan, otuzundan sonra seçme ve altmışında bir defa seçilme hakkına sahip olacak. Bir dönem seçilebilecek ve ondan sonra zaten seçilme hakkı olmayacak. Böylelikle yöneticiler bir daha seçilme dertleri olmadan yönetecekler.
Bütün bunlar olacak. Olmazsa bizler bu uzay gemisinde yavaş yavaş önce çevresini tüketen ve sonunda kendi tükenen bir ilkel nesil oluşturma çabalarımız ile faturayı, belki de fark etmeden ödeyeceğiz.
Bazı başka farklar da tabii ki olacak.
Mesela musluklar ışık seti ile ve dokunarak açılır-kapanır hale gelecek, ( 2000 li yıllardan itibaren yaygınlaşmaya başladı) boş yere değerli temiz suyu akıtmamak için insanlar detayları algıladıkça kumsalların kum tanelerinden oluştuklarını daha iyi kavrayıp bugün önemsiz olarak nitelediğimiz ayrıntılar üzerine kafa patlatacaklar.
Rüya / Düş
Türkiye veya gelişmekte olan ülkelerin hepsi için bir rüya. En gelişmiş olanı bile hala gelişmekte olduğu için, deme ki her ülke için bir rüya. Düşününce tam niçin olamayacağını, anlayamadım. Olmaması için neden ne?
Bir seçimden sonra iktidara gelen parti veya koalisyon, örneğin, plastik torbaları yasaklasa. İnsanlar file ile alış-veriş yapsalar. Pet şişeler yasaklansa ve cam şişelerin eskileri toplansa… Gerek şehirlerde gerek köylerde çöp kutularından başka bir yere atanlara, örrneğin, en az çeyrek altın para karşılığı ceza verilse…
Enflasyona gem vurulacak, paralardan sıfırlar atılacak, bu arada ceza olayı sulanıp bulanıverecek. Onun için çeyrek altın karşılığı diyorum, çünkü düş bu ya: bu cezaların birkaç nesil boyunca sürekli olmasını ve caydırıcılığını kaybetmemesini hayal ediyorum…
Belediyelerde ve köylerde cezanın toplanmasına katkıda bulunan, polis, belediye, jandarma veya toplamada katkısı olan vatandaşlara alınan cezaların yarısına yakın bir bölümü doğrudan, veya izlenebilir bir şekilde: tatil, eğitim veya emekli fonu vb. gibi dolaylı şekilde verilse… Cezanın diğer bölümü de çere için harcansa…
Plajlar temiz olsa… Lağımlar arıtılsa… Çevre, plastik mezarlığına dönmese… Yol boyunda giden arabanın içinden kül tablasının boşaltılması, yolda yürünürken sigara izmaritinin yere atılması cezalandırılabilse…
Yavaş yavaş insanlar yere tükürmek, çekirdek kabuğu atmak, yerlere sümkürmek gibi olayların bir toplumda, ortak alanlarda yapılamayacak şeyler olduğunu anlasalar…
Bağırmak, hoparlörle bir şeyler satmak, ilan etmek, olur-olmaz yer ve zamanlarda korna çalmak, önlense… Bu davranışların topluma saygısızlık olduğu anlansa…
İnsaf! Çüş! Ayıp! Bu kavramlar artık daha alçak sesle kesilen yüklü ceza makbuzları haline dönüşse…
Sabahın saat altı buçuğu… Uzun bir apartman, önünde bir okul minibüsü, içinde üç dört adet okul kıyafetli çocuk ve kaytan bıyıklı bir şoför… Adamcağız korna çalıyor, bir-iki-üç defa, korna sesi etrafta yankılanıyor…
Birkaç kişi pencerelerden bakıyor, birisi pijama ile balkona çıkıp bağırıyor: “Ayşe bugün hasta, gelmeyeceeek!” Veya “Bekleyiver evladım, defterini arıyor, şimdi merdivende!” diye… Kaytan bıyıklı şoför, anladığını göstermek için iki kere kornaya basıyor. Dıt, dıt.
Be adam, bu saatte uyuyanı var, hastası var. Arabandan inip zil çalsan olmaz mı? Olmaz çünkü adam cehalet ve bencillik karışımı bir bebeklik çağında hayatını sürdürüyor. Bir sülük gibi de kendisini haklı görüyor. İnip de zil çalsa üç-dört dakika kaybedecek. Demek ki insanları uyandırmaya hakkı var.
Aynı tutum dar bir yolda malını indirirken 30 arabayı yirmi dakika süre ile bekletme hakkını kendinde gören kamyonet şoföründe de var… Kamyoneti bir ileri sokağa park edip malını taşıtsa kendisi bir saat kaybedecek. Topluma kendisini borçlu hissetmediğinden 30 kişiyi yirmişer dakikadan toplam on saat bekletme hakkını kendinde görüyor… Topluma saygısı yok ve ceza olmadan öğrenmeyecek.
Bu tip dini-ahlaki konular üzerinde çok konuşulur Türkiye’de… Zannedilmeye ki daha gelişmiş ülkelerdeki temizlik ve düzen her vatandaşın bilinçlenmesi ve okuyup yazarak bu tip kurallara saygı göstermesi ile elde edilir!
Kusura bakılmaya ama gerçeği söylemekte fayda vardır. Batı ülkelerinde ceza denen müessese işletilir. Yere çöp at ve 200 dolar öde. Yere çöp at 100 kron öde. Herkesi ikna etmenin başarılı yolu herhalde cezaların inatçı ve düzenli bir şekilde uygulanmasından geçer. Ve insanlar yapamadıkları işi (ceza ödemek istemediklerinden) yapmamamın doğruluğunu düşünürler. İkinci kuşakta zaten neyin ne için yapılmayacağı olağan olarak kabul edilmiş oluverir…