Mehdi Eker beğendiğim bir Tarım Bakanı. Arazilerin bölünmesini önleme çalışması devrim niteliğinde. Batıda küçük işletme 2 bin dönümün altındaki işletmedir.
Orta boy işletme 2 ila 15 bin dönüm ve büyük işletme 15 bin dönüm üzerinde olandır. Bu boyutlar ülkeden ülkeye değişebilir ama tarla tarımında rekabet etmek isteyince ve ekipmanı ucuza mal etmek isteyince çıkan rakamlar böyle. Ama tarım bürokrasisinde yapacak çok şey var daha. Çalakalem birkaç başlık yazayım.
Çiftçiyi çarpan tüccara karşı örneğin ziraat odaları daha faal tavır alabilirler. En basitinden ticaret yapandan bir banka teminatı isteyebilirler. Tek başına üretici yalnız kalıyor.
Bazı şeylere farklı açılardan da bakmak gerek. Akhisar ile Salihli arasındaki duble yol hızla yapılıyor. Hesapladım yaklaşık 2 bin 500 dönüm verimli tarım arazisi kayboluyor bu sayede. Refüjler, yan yollar ve yol kenarı binalaşma vs. hesaplanırsa belki daha bile fazla. Türkiye genelinde 1 milyon dönümden fazla eder kaba hesapla.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada böyle olmuş ve olagelmiş. Hyde Park dağda mı; Londra’nın göbeğinde, yani düz tarım arazisinde. Paris düz tarım arazisinde. Milano, Chicago, Tokyo hakeza, hepsi düz tarım arazisinde!
Araçlara tarım arazisini feda et, insanlar keçi gibi dağlarda yaşasınlar!
Tarım arazisi deyince “İfrattan tefrite kaçmak” diye bir deyim geliyor aklıma. Aydın’da bir dostum, çiftliğinde modern bir soğuk hava deposu yapmak istedi. 600 dönümde “140 m2” izin verdiler; “1000 m2” izin alabilse modern bir tesis kuracaktı. Yeniden zihinsel engelleri aşmak için çabalıyor. İmar Yasası “yüzde 5” diyor ama Toprak Koruma engelliyor; git gel, git gel, git gel! Bir anlamda becermek de, becerilen genelde çiftçi oluyor.
Halbuki çiftçi gelince, oradaki memur engel çıkartmak yerine hizmet etmek için seferber olmalı. Sen git “eski samanlık, ahır falan için bir yapı kullanım falan belgesi almaya çalış da aklın başına gelsin aptal köylü”; tabii bu şekilde söylenmiyor ama netice buraya varıyor.
“Maaş alan memur gitsin gelsin”, çiftçinin dilekçesinden sonra; esas devrim bu olur!
Yol gerekli mi; gerekli. Toplu taşımacılığı teşvik et ve Anadolu’nun, Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki nüfusun 7 mislini, dengesi bozulmadan taşıyamayacağını kabul et, bir zahmet.
Oturduğun dairede yedi misli nüfus olsa nasıl yemek yetiştireceksin, nerde yatıracaksın, nasıl alışveriş yapacaksın; bir düşün. Koridorları iki misli genişletsen yatak odasına yer kalacak mı? Tuvalete yer kalacak mı?
Orman ve yangın yolları
Orman yolları tercihan yatay olmalılar, bunu da 5 yıldır yazıyorum ama bir tepki bile alamadım. Nedeni? Yokuş aşağı açılan her metrekare hem erozyona açık bir metrekaredir, hem de yürüyüş yolu olarak kullanılmaya elverişli değildir. İnişe dikey yani eğimi kesen yol ise erozyonu tutar ve yürüyüş için bilhassa yaşlanan nüfus gerçeği göz önüne alınırsa yatay yol her zaman dikey yoldan daha iyidir.
Traktörle tarlayı yokuş aşağıya sürmek daha kolaydır. Onun için de çiftçi yatay sürmekten kaçınır ve ziraatçı da habire anlatır, “Eğime yatay sür, traktörü” diye.
Çiftçiyi eğitip ödüllendirmek yerine hor görmek; Çiftçi’ye bakış açımız da biraz yanlış tabii. Sırtına memuru bindir, aracıyı bindir, adam sana gıda üretsin. Ürünü verince de şaşır.
Çiftçiyi doğa korumacısı olarak gör ve eğit. Sen devletteki ormancıya kaç para veriyorsun? Tüm araziler senin elinde olsa kaç memurla kaç paraya bu kadar araziyi tımar edeceksin?
“Benim çocukluğum köyde geçti, ben çiftçiliği, tarımı iyi bilirim” deme ey köy kökenli politikacı. Af edersiniz, artık köy de kalmadı “mahalle kökenli” demeliyiz!
O denli kolay değil tarımı bilmek ve anlamak. Çocukluğun nükleer tıp merkezinin olduğu sokakta geçince “nükleer tıpçı” mı oluyorsun? Çocukluğun Anayasa Mahkemesi karşısında geçince Anayasa hukukçusu mu oluyorsun?
http://www.gozlemgazetesi.com da çıkan son yazı
Iyi soylemisin!