Ekin Kışlalı ile güzel bir çiftçilik seyahati yaptık ve çiftlik çubuk işleri yanı sıra doğal olarak biraz da gündem konuştuk ve daha iyi tanıştık. Yurtdışı ve Atatürk ve yurtiçi, yurtdışı yaklaşımlar ve ondan sonra gelen liderler konusuna da değindik.
Yıllarca batı ülkelerinde yaşadıktan sonra “sevmek” fiili biraz farklılaşabiliyor.
Kışlalı bir gün Kanada’da Atatürk’e diktatör diyen bir yaşıtı ile yumruk yumruğa gelmiş yıllar önce. Gülerek anlattı ve doğal olarak bu tür hissiyat patlamalarında hep olduğu gibi esasen konunun Türkiye politikası değil birbirinin damarına basma ve kişisel bir çekişmenin dışavurumu olduğundan bahsetti.
Annem 1930 lu yıllarda ABD de okurken hocası “Atatürk bir diktatördür” deyince sinirinden ağladığını anlatırdı. Ben bu tür dışavurumlarım olmadan, hep söylenilenlere bilgi ile yanıt vermeye çalıştım.
Apayrı bir çağda gene “diktatör” denilen başka ülke liderleri daha fazla otorite yansıtsınlar diye üniformalar giyerken Atatürk üniformasını çıkartıp sivil giyen bir liderdi. Saygım çok, ama sevgi? Sevgi duymak zorunda mı insan? Hiçbir lidere hissiyat ile de yaklaşmamaya çalışıyorum doğrusu.
Sempati, empati, anlayış, anlamaya çalışma, hepsi tamam ama “sevmek”? Bilemiyorum.
\”Atatürk çiçeği\” sadece bu ülkede Euphorbia pulcherrima veya pointsettia diye bilinen kökeni Meksika’da olan çiçeğe verilen isimdir. Almanlar örneğin “Noel çiçeği” derler. Bu Atatürk’ün büyüklüğünü ve yaptıklarını değiştirmez.
Almanya’dan örneklerle devam edeyim: Bismarck onların büyük lideridir, Almanya’yı birleştirmiştir ve emeklilik sigortasını kurarak da dünyada bir ilke imza atmıştır. İfrat ve Tevhit konusunda dikkatli olmak gerek.
Almanya’da okullarda Bismarck’a bağlılık yemini falan edilmiyor. Almanlar bir dönem aşırıya kaçıp Hitler travmasını aşarken birey olarak daha dingin ve daha mesafeli olmanın gerektiğini öğrendiler. Hamasetin uzun vadede faydadan fazla zarar getirebileceğini de. Onlarda milliyetçi bir yaklaşım hiç mi yok veya kalmadı? Tabii ki var ve olumlu ve olumsuz halleri ile her şekli ile var.
Fakat izninizle iki medeni cesaret örneği ile konuyu biraz daha açmaya çalışayım:
Yurtiçinden: Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı iken ve Genelkurmay başkanları “her şeyi bilir ve her şeyin en iyisine karar verir” gibi bir algı tam da oluşmuşken çıkıp “ben asker kafamla olayı tam tarafsız göremeyebilirim” mealinde bir cümle kurup çok saygımı kazanmıştı.
Yurtdışından bir medeni cesaret örneği ise gençliğimde benzer bir duruş ile saygımı kazanan Alman Cumhurbaşkanı Gustav Heinemann olmuştu 1970 li yıllarda. . Almanya’yı “sevmek” veya “sevmeyen ölsün” türünde bir yaklaşım yükseldiğinde – ki unutmayalım o dönemler Willy Brandt a “hain” yaftası yakıştırılıyordu. Heineman bir gazeteciye “Almanya’yı sevmiyorum ben karımı seviyorum, Almanya’ya hizmet ediyorum” gibi bir beyanat vermişti.
Liderlere saygı gösterelim. Cefa ve sefa ile hizmet ediyorlar. Empati kuralım, anlamaya çalışalım ve sonunda oyumuzu gönlümüzün istediği gibi kullanalım. Ama farklı düşüncemiz varsa da lütfen paylaşalım. Hiçbir lider liderliğin “makam aracı, sefa caka, tarihe geçmek ” gibi nimetlerinden de faydalanmadan yaşamıyor. Dini liderler de bu tanıma dahil, spordaki liderler de. Churchill bir dönemin çok anlamlı lideri idi. Öylesine abuk sabuk lafları vardır ki, kılıf uyduramazsınız. Zamanın ruhu ve algısı kendi eğitim ve görgüsü içinde söylenmişlerdir, bu onun büyüklüğünü sıfırlamaz ama insan olduğunun da altını çizer.
Bir politikacı, dini lider, peygamber veya boksör, futbolcu veya antrenör çok başarılı ve çağ açan dönemler geçirebilir ve sonra da doğal olarak geçirmeyebilir.
Putlaştırmamakta çok fayda var. Tabulara veya tabu haline getirilen figürlere sığınmadan duruş sergilemek veya yapıcı kritik tabii ki zor. Medeni cesaret gerektiriyor. Malala önemli bir ödül aldı ve çağımızda 17 yaşında anlamlı bir lider. Hiç kimsenin arkasına sığınmadan fikirlerini söylüyor. kafasına kuşun yemek pahasına. Bazıları O’na da “hain” diyorlarmış.