“Alamanya bizim gibi hıyarı daha da bulaman ya” der Alamancı. Ben ikinci vatan olarak görüyorum: birçok alışkanlığımın, düşünce dünyamın şekillendiği yer. Irkçı bakıştan kurtulmak. Dogmaları aşmak ve fikirleri yeniden inşa etme çalışmalarının başladığı düşünsel vatan.
İnsanlıkta vakit kavramının gelişmesi ilginç. Önce güneş saati 12 ye bölünmüş. Kışın bir “saat “ yani 12 de bir, 40 dakika iken, yazın yöreye göre neredeyse iki misli bir süre. Sümerlerde eski Çinde ve Mısırda muhtemelen bir ayak boyundaki bir direğin gölgesi ölçülerek zaman mavhumu gelişmeye başlamış.
Bu epey süre insanın vakit gereksinimini karşılamış. Sonra kum saatleri veya “yumurta saatleri” çıkmış. Yumurta kabuğu öğütülüp bir bölümden diğer bölüme akarken zaman bilhassa geceleri ölçülmüş ve gün zamanla 24 saate bölünmüş.
Ortaçağda esasen daha “iyi” ibadet edebilmek için mekanik kilise kulesi saatleri ortaya çıkmış ve insan kendisini “zamanın efendisi” olarak görme yanılgısına düşmeye başlamış.
Güneş saati ile mekanik saatler 20. Yüzyılın başına kadar tam öğle vaktinde ayarlanmışlar. Artık atom saatleri ve gösteren sanal dijital saatler var. Yüz yıl içindeki zamanın kısalması veya \”hızlanmasını\” ölçmek için de yeni bir saati icat gerek. Biz daha evvelki nesiller gibi farklı çağları ayni zamanda yaşayabiliyoruz. Bu “lüks” giderek azalacak.
Kilise ortacağda, Almanya olarak bildiğimiz bölgede hem en büyük işveren, hem de en güçlü müsesese imiş. İmparatorun mu Papa’nın ayağını öpeceği yoksa Papa’nın mı İmparatorun ayağını yıkayacağı güç dengelerine göre değişip durmuş. Kendisini kiliseye adayan kadın rahibe tanrı ile evleniyor ya, babası kiliseye tarla, çiftlik hatta köy falan çeyiz olarak verirmiş. Bundan beşyüz yıl önce Martin Luther çıkıp da dinde reform yapacak ilişkileri kurana kadar insanlar cennette iyi bir yer edinebilmek için de kiliselere inanılmaz paralar ödemişler.
Kilise işine geleni, bu arada iyi saat belirleme yöntemlerini de daha iyi ibadet edebilme için desteklenmiş.
Bu vakit kavramı güneye gittikçe günümüzde de yavşar. Almanlar zamana daha saygılıdırlar ve bilhassa İmmanuel Kant’ın zaman ile olan ilişkisi hala anlatılır.
“Almanya Türkleri arar hale gelecek” dedi bana bir genç Türk işçisi Münihte. Suriyelilerin Almanya’ya alışması zaman alacak. Almanların da Suriyelilere! Yurtdışında, ABD Kanada ve Almanya’yı kapsayan bir gezintide gördüğüm bu: zaman ciddi anlamda hızlanıyor.
Almanya’da hala değişime bir direnme farkediliyor. Oteldeki Hintli resepsiyon memuru Alman ehliyetim elindeyken bana soruyor Almanca mı, İngilizce mi, Arapça mı konuştuğumu? Ehliyetteki Dr.Tolon yazısını es geçerek, Arap telaffuzu ile Herr MaCHmut diyor. Alman Kadın ise gene dışlama modunda ama bu sefer Herr Mağmut diye okuyor. Ben tepki bile vermiyorum. Alıştık gare bu komplekslere: zihnimdeki yorgun gülümseme ile bir Alamancı deyimi aklıma geliyor: “benim adım tomas bunlar bana komaz.”
Alsancakta’ki kuruyemişçide de canım ramazanda bir avuç fındık yemek istediğinde dükkan sahibi “abi yanlış anlama ama ramazanda biz oruç tutarken sizin önümüzde fındık yemeniz beni öfkelendiriyor” dediğinde de ayni yorgun gülümsemeyi hissetmiştim ruhumda.
Zaman değişiyor ve hızlanıyor üç adım ileri, iki adım geri, bir adım ileri bazen iki adım geri ama sonunda hep milimle de olsa ileri. Niyazi olmamak önemli.
Bir türkü beliriyor zihnimde: Çankaya’nın da, Beytepe’nin de yolu yokuştur. Gelen gitmek bilmiyor, bu nasıl bir iştir.
Mahmut hocam hosgeldin. Bu yazi cikmiyor maalesef.
Sevgiyle
uk
Android’de Yahoo Mail’den gönderildi
Kimden:”Mahmut Tolon” Tarih:0:38 17 Eki 2015 Cts Konu:[New post] Almanya’dan Geçerken