Dalgacı

 

 

 

Dalgalarla uğraşmak benim öğrencilik yıllarından beri sevdiğim bir şey idi. Bonn’da doktoramı Ultraviyole   dalgaları ve mikroplar ile çalışarak yaptım. Urla’ya 18 yıl önce göçünce de esas itibariyle Orhan Veli “Dalgacı Mahmut” şiirini sanki beni öngörerek yazmışçasına bu şiirin kahramanını rol modeli olarak benimsedim.

 

Ama çiftlik-çubuk idi, torun-torba idi, dokuz yıl arada üniversitelerde ders idi, beni “dalgacı mahmut” görevime kendimi tam adayabilmekten alıkoydu. İyi de oldu.

 

Son aylarda tekrar dalgalar ile ilgilenmeye başladım ve sadece denizdekiler veya rüzgarlar ile değil, bu sefer bio-resonans denilen dalgalar ile. Bir tesirleri oldukları kesin de bunu kendi eğitimim çerçevesinde nasıl izah edebileceğim?

 

\”Bilincin tanımı\” çalışmamda  neredeyse biomekanik bir esas üzerinden yola çıkmıştım. Burada zihnimizde bir dualite tuzağı var “self-non self” diye adlandırabileceğimiz. Bunu aşmak için de farklı bakış açıları, deneyimler gerek! Sadece madde ile bir yere varamıyoruz maddeyi hep zaman içinde algılamak gerek! Bir akış içindeyiz. Zamansız madde sadece bir yanılgı. Şimdi daha ziyade ortak akıl, sürü güdüsü  istikametinde çalışmak istiyorum. Dalgalar somut şeylerdir. Bir anın resmini çekersek kaba bir anlayış ancak mümkün olur. Denizdeki dalga akar gider ama bir kaya parçasına rastlar ise onu kırabilir.

 

Somut örnekler vereyim: araba kullanma becerimiz insanoğlu olarak artıyor ve kaza oranları giderek azalıyorlar. Bu sadece daha iyi araçlar ve daha iyi yollar yapmamızdan değil, toplumlar olarak giderek daha “bilinçli” araç kullanmaya başlıyoruz. Burada bir artı değer var.

 

Veya: IQ denilen testin sonuçları giderek daha yükseliyor. Her on yılda 3 IQ puanı daha zeki oluyor türümüz. Yani son yüzyılda 30 IQ yükseldi ortalama! Bu da sadece daha “iyi” beslenme veya eğitim sonucu değil, daha iyi bu teste “adapte” oluyoruz. Fare deneylerinde de bazı öğretilerin ilk başta zor olduğunu, hemen sonra bütün dünyadaki farelerde daha “iyi” neticeler verdiğini görüyoruz.

 

Bu kısmen deneyi yapanların birbirleri ile konuşarak daha “iyi” deney yapmalarında kaynaklanabilir ama “eşit şartlar” diye bildiğimiz ve birbirleri ile hiçbir ilişkisi olmayan farklı kıtalardaki farelerde de daha kolay bir neticeye varış olduğunu biyologlar bize somut olarak gösteriyorlar. Çocukların bizlere “komplike” gelen cihazları çabucak öğrenebilmeleri gibi. Tecrübe bir yandan zenginleştirirken diğer yandan alışkanlıklar yaratarak kısırlaştırabiliyor. Ve genelde bir akış içindeyiz, ışık hızı dalgalanıyor İQ bir istikamet gösteriyorsa!

 

Daha uzun yaşıyoruz. Bilinç sadece kafanın “içinde” olan bir olay değil. Örneğin Avustralya’daki aborijinler birbirleri ile telepati yoluyla temas kurabiliyorlar. Bu hissimizi geliştirmek de mümkün. Bazısında daha az, bazısında daha fazla, ama hepimizde olan bir yetenek bu. ABD ordusu CİA bu doğal fenomenden faydalanmak için çalışma grupları kurmuşlar. Russel Targ diye bir fizikçinin Stanford’da bu konu ile ilgili ABD ordusu ve CIA ile olan çalışmaları epeyce ilginç. Kısmen egosu ile sınırlı olduğundan uçuyor adam ama somut söyledikleri yeter zihin açıcı!

 

 

Günümüzün imkanları ile sadece kitap okuyarak değil, dünyanın her tarafından çeşitli çalışmalar ve konferanslar hakkında bilgi edinmek, bu kişileri kendi evinde, bahçende misafir etmek mümkün. Örneğin Rupert Sheldrake isimli bir biyologun “Science set free “ diye bir kitabı var. Bir kaç gündür yoğun olarak dinliyorum ve okuyorum O’nu. Örneğin ışık hızı veya gravitasyon, yani yerçekimi değerleri sabit mi? Öyle inanarak geldik ama bu başlı başına kibirli bilimin kendini koruma çabası mı? Yoksa anlamlı dalgalanmalar var mı? Statik mekanik bilim anlayışı yetmiyor. Son 40-50 yıldır da esasen “müsbet bilim de farkında bunun yetmediğinin. Kibirilerinin son noktasında da “Allah yoktur!” a varıyor Dawking gibi bir kısmı.

 

Yetimiz çok fazla değil ve ancak karşıtlarla çalışıyor, bazı gerçekler ortaya çıkınca veya çatışma olunca ancak rahat rutin ve alışkanlıklarımızdan kurtulup “aşma, anlama” ortamına giriyoruz. Çağımız öyle bir zaman. Biri size kalabalık içinde bakınca hissediyor musunuz? Hayvanlarda bile olan bir his bu ve bazı üniversiteler bunu artık deneylerle objektif olarak saptıyorlar. Birisini düşünürken onun size telefon ettiği oluyor mu? Bu da deney ile araştırılıyor.

 

Ben temel eğitimim gereği bu biyoresonans dalgalarının tesirlerini, sürü güdüsü veya ortak akıl denileni “okul tıbbı” çerçevesinde ama umarım açık bir zihin ile anlamaya çabalıyacağım. Soru: tedaviye katkıları ne olabilir? O neden ile yazılarım biraz aksayacak, şimdiden özür. Hacca giden karınca misali en azından o yollarda olacağım, yani seferiyim.

1 thought on “Dalgacı”

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *