Alamancı Özgeçmiş / Keçi ve Zina e-kitap 1991

Babam 1920’li ve 30’lu yıllarda Berlin ve Breslau’da eğitim görmüş- Almanya’da enflasyonun en cafcaflı döneminde… Yani bir Türk lirası birkaç milyon Alman markı ederken… O zaman doktorasının yanı sıra amatör boksörlük yapmış. Nadir Türk öğrencilerinden biri imiş Almanya’da. Köken olarak İstanbul’un Anadolu yakasından…

Erenköy’de, babasının köşkünde oğul gelince binsin diye bir yandan atlar beslenirken paşa gibi öğrencilik dönemi geçirmiş. Bulgaristan’dan Bursa’ya yerleşen ana tarafım ise ailede hep daha baskın taraf idi. Ama o başka bir hikâye.

Babam yirmili yılların Almanya’sından ilginç bir öykü anlatırdı. Gitmek bir haftaymış trenle. Türkiye dönüşü ev sahibesine hediye diye 5-6 kiloluk büyük bir karpuz götürmüş, Breslau şehrine. Karpuzu hiç bilmeyen ev sahibesi çok sevinmiş. Akşam yemeğine büyük bir tencere kaynar suyun içinde bunca zorlukla taşınan haşlanmış karpuzun servisini yapıvermiş.

Bende Alamancılık daha da yoğun. Ondört yaşında Almanya’ya babamla gittik. 1960 ihtilalinden sonra Demokrat Parti milletvekili olarak babam Yassıada ve Kayseri’de hapisten çıktıktan sonra Türkiye’de iş bulamamıştı. Bonn’da beraber dört sene birkaç pansiyonda kaldık. Ben liseyi bitirince babam Türkiye’ye döndü. Ben kaldım. İlk yıllarda patlıcanı kaynatıp üstüne tuz veya şeker ekerek yemeyi deneyen Almanları gördüm… Tüm batı ülkelerinde hor görülen bu milleti sevdim. Komik film ve romanlarda hep “kötü kişi” idi “Alman” o senelerde. Almanya ikinci vatanım oldu.

Tıp fakültesi, uzmanlık ve yan dal uzmanlığı, çalışma hayatı… 1984 yılında askerlik için Türkiye’ye evli barklı bir insan olarak dönüş. Türk vatandaşlığından çıkarılmayayım diye…

Lübeck Tıp Fakültesinde uzman olarak hemodiyaliz ve transplantasyon (kan yıkama ve böbrek nakli) bölümünde çalışırken Kadıköy Askerlik şubesinden bir yazı geldi. Yaş dolayısı ile askerlik yapmaya gitmezsem Türk vatandaşlığından çıkarılacağım yaşa gelmişim.
Kürsü direktörü Türk mercilerine bir yazı verdi. “NATO üyesi olarak benim konumumda bir hekimin Üniversitede kalmasının ve araştırmalarına devam etmesinin toplum için daha yararlı olacağı ve Alman vatandaşı olsam askerlik yapmama gerek kalmayacağı.” Türkiye’den cevap: “Askerlik yapmazsa vatandaşlıktan çıkar”. Eşim Frankfurt doğumlu, o da doktor. 1976’da Türkiye’yi görüp çok sevmişti. “Haydi, gidelim” dedi. Türk vatandaşlığından çıkarılmanın bende bir kopukluk yaratacağını anladığını çok sonra bana anlattı. Hekime kısa dönem askerlik yoktu. Onaltı ay için göç. Niyetimiz askerlik sonu Almanya’ya dönmekti.

Almanya’dan bildiğim, o zamanlar Türkiye’de olmayan böbrek ve safra kesesi taşlarının şok dalgaları ile vücut dışından uygulanan tedavisini İstanbul’a getirme fikri doğdu. Çalıştık, getirdik. Epeyce de başarılı olduk. Çocuklar artık burada Türkçelerini pekiştirdiler. Nerede ise Almancayı unutmasınlar derdine düştük Yerleştik.
Almanya’da azınlık, dönünce Türkiye’de de azınlık. İnsan kırkında ancak bazı nüansların ve tavırların anlam ve önemini anlayıp tadına varabiliyor. Azınlık olmanın, birey oluşturmanın yollarından biri olduğunu anlıyor, örneğin…

Artık Türkiye’de, İstanbul’dayım, yani doğduğum şehirde. Hayatımın yarısı Almanya’da yarısı Türkiye’de geçti. Sık sık Almanya’daydım. Türkiye birinci vatan ise Almanya ikinci vatan. Alamancıların her iki ülkede de şikâyet edecek çok şeyleri var. Ama unutmamak gerekir ki her iki ülkeye de çok şey borçlular.

Her iki tarafta da ağır önyargı bulutları hayatı zaman zaman zorlaştırıyor. Haçlı seferlerinden kalan önyargılar ve yabancıya “gâvur” diye bakan cahil yaklaşım ender değil.

“Alamancılar” artık gerek Türkiye’deki akrabaları, gerek Almanya ve diğer batı ülkelerinde yaşayanlar ve Türkiye’ye dönmüş olanlarla birlikte 4-5 milyonu bulan bir grup. Birçok Batı Avrupa ülkesinin nüfusu eder! Çokluk güç ve etkinlik demek değilse de, sade sayı ile bile göz ardı edilemez, çok sesli bir topluluk.
Göç yaşamış kişiler olarak her iki ülkeden istekler var. Daha da önemlisi her iki ülkeye de borcumuz verebileceklerimiz; belki de verebilmek için sabırlı olmamız, çok çalışıp direnmemiz gereken doğrularımız var.

Almanya’da olsun, Türkiye’de olsun göze batan gerçekleri bu kitapta dile getirmeye çalıştım. Bizlerin şikâyet eden konumdan vazgeçip her iki taraftaki önyargıları süreç içinde aşacağımızdan hiç şüphem yok. Zaten başka da olanağımız yok. Güler yüzle, onurla çalışarak bu süreci hem bireyler olarak hem “tüm Alamancılar” olarak kısaltabiliriz.

Veya devamlı şikâyet eden mız mız bireyler olarak bu süreci tatsızlaştırabiliriz. Seçim bizlerin.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *