İnsanların birbirine hitap şekilleri ile toplumsal barışa doğru adımlar
Anglo-saksonların, yani İngiliz’lerin, Amerikalı’ların, Avustralyalı’ların en önemli kültürel başarıları, yaşadığımız yüzyılda İngilizceyi dünya dili yapmış olmalarıdır.
Acaba bu dilin bazı özellikleri dünya dili olmasında etkili olmuş mudur? Yani İngilizce konuşan ülkelerin kültürel zaferinde bu lisanın bariz bir etkisi görülmüş müdür? Veya ekonomik başarılarında insanların birbirine eşit düzeyde davranmaları mı etkili olmuştur? Herhalde sonuncusu!
İngilizler, Almanlar, Amerikalılar
Almanca ve Fransızca ile yakın akraba olan ve her iki lisandan da köklerini alan İngilizce’nin zengin kelime haznesi yanı sıra bir göze batan farkı, evrim sürecinde “sen/siz” farkını (thou-thee) kaybetmiş olması ve sen ve sizi bir kelimede (you) birleştirmiş olmasıdır.
İnsanlar arası ilişkilerde sen/siz farkı önemlidir. Hele hele erişkin insanın haklarını yaşaması belli bir saygıyı hissetmesinde, belirli bir demokratik sürecin lisan ile belirlenerek genel olarak kabul edilen bir öge olarak yaşanmasında sen/siz farkı, bir kültürel temel taşıdır.
Amerika’da, İngiltere’de sen/siz yoktur. Amire veya büyüğe saygı “efendim” (sir, ma’am) ile belirtilir. Fakat ilk tanışmada rahatlatıcı ve itişip kakışmasız “you” belirgindir. Her vatandaş ise, bir Mr. Mrs. veya Ms.’dir.
Almanlar ise daha bir metodize etmişlerdir sen/siz farkını. Örneğin, lise ikiye eşdeğer sınıfa kadar öğretmen öğrencisine “sen” diye ve öğrenci öğretmenine “siz” ve “bay/bayan” filan diye hitap ederken bir ders yılından ötekine talebe de “siz” ve “bay/bayan” oluverir. Onaltı yaşından büyük bir insana artık “sen” diye hitap edilmez. Eğer “sen” hitabına geçilecekse büyük olan “sen” ve ilk isim konuşmasını teklif eder ve küçük olan kabul ettikten sonra her iki taraf da birbirine “sen” diye hitap eder. Yeni nesilde ise, baştan birbirine “sen” diye hitap etme yaygınlaşmaktadır.
Amerikalı’larda ilk isimle hitap etmek çok yoğun bir samimiyetin ifadesi değildir. Daha ziyade şekilcilikten uzak olmanın bir yüzeysel simgesidir.
Türkiye’de ise hoca talebesine –bu talebe 30 yaşında da olsa-, üst uzmanlık sürecinde olan 35 yaşında bir uzman da olsa- “sen” diye hitap eder. Bakan 50 yaşındaki memuruna “sen” diye, başbakan 10 bin kişilik kuruluşun genel müdürüne “sen” diye hitap eder. Paşa koskoca tabur komutanına, teğmene, binbaşıya, albaya; bu adam ister hâkim, ister mühendis ister hoca olsun, “sen” diye hitap eder. Bunu doğal hakkı olarak görür.
Laubalilik mi, Samimiyet mi?
Vay haline, eğer ast bir mesafe tutmak gereksinimini duyarsa… Laubalilikten veya samimiyetten veya kısacası densizlikten hoşlanmayan, 35 yaşındaki uzman veya 45 yaşındaki Genel Müdür, üstüne; “Ben birbirimize “siz” diye hitap etmemizi tercih ederim” veya “Ya ikimiz de birbirimize “sen” veya ikimiz de birbirimize “siz” diye hitap edelim” desin bakalım… Yer yerinden oynamaz mı? Türkiye’de “üstlerin” %90’ı dünyalarını şaşırmaz mı?
İnsanlar arası ilişkide ne kadar mesafe ile ne kadar saygı ile birbirimizin fikirlerini algılayacak mesafe bırakırsak o kadar somut verilere, hissiyattan uzak, SEN/BEN gibi kişisel tafradan arınmış olarak varabiliriz. Daha hızlı mesafe kat edebiliriz. “Samimiyet” veya “senli-benlilik” ve beraberindeki uyum iki taraflı olduğunda ne kadar hızlandırıcı ve verimli olabilirse, tek taraflı ve dengesiz olduğuda o kadar tehlikeli, frenleyici ve yıpratıcı olur.
Sen veya biz hitabının bir ötesi;
50 yaşındaki tombul teyze, 35 yaşındaki taksi şoförüne: “Oğlum, şu çantayı 4.kata kadar çıkarıver bakim”.
51 yaşındaki müdür, 43 yaşındaki memuruna;: “Evladım sana kaç defa söyledim bu yazıları Avukat Ahmet Bey (39 yaşında) paraf etmeden bana getirme” diye!
PTT memuresi 23 yaşındaki kız 67 yaşındaki emekliye; “Teyze, sen git arkadan sıraya gir bakim!”
34 yaşındaki trafik polisi; 47 yaşındaki veya 63 yaşındaki veya 23 yaşındaki araba, otobüs, kamyon vb. gibi sürücüsüne: “Sağa çek ve evraklarını komisere götür…”
Hastanede 29 yaşındaki asistan hekim, 62 yaşındaki (banka müdürlüğünden, parlamentodan, öğretmenlikten vb.) emekli zata,
“Amca, amca sen kendini nerede zannediyorsun, git önce şu kâğıtları imzalat!”…
“Ulan salatalık yahnisi” deseler, sen bana ne hakla “evladım, oğlum, kızım” diye hitap ediyorsun. Benim anam babam yok mu? Benim anam babam senin gibi olsaydı kendimi Eiffel kulesinden atardım. Veya “benim senin gibi, yeğenim, oğlum, kızım olsaydı kendimi hilkat garibesi kabul ederdim” deseniz…
Haydin gelin kabul edelim SEN/SİZ iki taraflı olmayınca hemen hemen her seferinde olan veya olduğu sanılan bir güç dengesizliğinin ifadesidir, tabii birbirine çok yakın olmayan insanlar arasında…
Bir laubalilik, bir densizliktir. Sadece Bakan, Genel Müdür, Amir, Komutan olma gücüne dayanılarak söyleniyorsa… En azından oluşmuş veya oluşan kişiliğe bir saygısızlıktır.
Ben tabi ki örf ve adetlerimizde kök salmış ve kültürel zenginliğimizin bir parçası olan “ağabeylik”, “ablalık” özel ilişkilerini kastetmiyorum- büyüğün özveri, küçüğün saygı ile ve her ikisinin de birbirine sevgi ile bağlı olduğu ilişkilerde. Amirin hep “siz”, memurun hep “sen” olmasından, doktorun hep “siz”, hemşirenin “sen” olmasından, bakanın “siz”, müdürün “sen” olmasından bahsediyorum ben, şaşkıncasına bazı makam ve güçlerin kişisel olduğunu hayal ederek.
Acaba bu konular üzerinde kafa yormak bilmem gayrisafi milli gelir ve de enflasyon üzerine mühendislik, doktorluk, bankacılık yapmaktan daha ziyade etkili olabilir mi? Veya “Türkiye’nin geri bıraktırılmışlığını” bazı kötü niyetli dış güçlerin marifeti sanmaktan?