İki haftalık Asya seyahatimin son durağı Tokyo ve Kyoto.
Tokyo neredeyse İskandinav ülkelerini andırıyor. İnsanların saygısı inanılmaz boyutta. Örnek vereyim. Konduktör trende vagon’un her kompartımanına girince eğilerek önce kompartımanı selamlıyor çıkarken de gene selamlayarak ayrılıyor. Her bilet kontrolü yapacağı yolcuyu önce kısaca eğilerek selamlıyor bilet kontrolünden sonra selamlayarak ayrılıyor.
Otobüs şoförü değişiminde şoför otobüse binmeden otobüsü kısaca selamlıyor bindikten sonra kısaca yolcuları selamlıyor, yerine oturduktan sonra beyaz eldivenlerini giyiyor ve sürerken tek kelime konuşmuyor. Dikkat ile işiyle, yani güvenle otobüsü sürmekle meşgul.
Japonların selamı bir nevi odaklanma, saygı gösterme ve bizim besmelemiz gibi. Ama sessiz. Kişiye, topluluğa, bina ‘ya veya araca selam veriliyor.
Lisanı neredeyse şarkı söyler gibi kullanıyorlar. Tek kelime bilmememe rağmen bana melodik geldi Japonca.
Çinmoku Japonca sükûnet, sessizlik demek. Hatta müzik sessizliktir bile diyebilirsiniz. Notalar sadece sessizliğin sınırlarını belirliyorlar. Es yani notalar arasındaki ara olmasa müzik olmaz. Sessizliğin iletişimdeki yeri Haragei de yani karınla iletişimde kültürün bir parçası. Harakiri kelimesini hepimiz biliyoruz. Haragei de bir anlamda karından iletişim. Sessizlikle uyumu veya uyumsuzluğu ifade etmek. Japonlar ruhun kalpte veya beyinde değil de karında olduğuna inanıyorlar. Tıbben de yanlış değil. Kalp pompalıyor, beyinde, sinapslarda kararlar alınıyor ama bu kararların hangi şekilde uygulanıp uygulanmayacağı daha ziyade karında üretilen mutluluk ve kaç veya savaş hormonları ile idare ediliyor.
Saygının ve görev bilincinin düzeyi şaşırtıcı ve rahatlatıcı boyutta. Sokaklarda sigara içilmiyor. Sadece bazı meydanlarda veya sigara satan dükkanların önünde kül tablaları var. Lokantaların bir kısmında içerde sigara içiliyor. Zaten dışarda bir masada oturmak nadir bulunan bir lüks. Bahçe de oturmak için az alan var. Japonya’da 125 milyon insan var bizdeki yüzölçümü ile mukayese etsek bizde 300 milyon insan yaşaması demek.
Bizde üç buçuk dolar civarında satılan Amerikan sigarası Japonya’da dört buçuk dolar ama öldürüyor falan diye resim yok, öldürdüğü zaten belli. İletişimde sağırlaştırıcı kaba çizgililer yerine çinmoku yani zerafet, sükûnet ve azlık esas. Malezya’da bizden daha öldürücü resimler var sigara paketlerinde ve her yerde içiliyor. Havalimanları hariç. Kamboçya’ da ayni sigara bir dolardan az ve gene öldürmeyen cinsten (resimsiz)ve havalimanı hariç her yerde içiliyor. Japonya’da yollarda çöp kutusu bulmak bir sanat. Ancak beş yüz, altı yüz metrede bir küçük kutu buluyorsunuz. Kyoto’daki botanik bahçesinde “çöpünüzü evinize götürün” yazıyor. Yalın ve net olarak.
Trenlerde de kendi çöpünüzü oturduğunuz yerde bırakmıyorsunuz. Kimse bırakmıyor. Gidip iki üç vagon arasında olan çöp kutusuna atıyorsunuz.
“Yahu, eşek yükü ile bilet parası verdim, çöpümü de kalktığım yerde bırakırım, maaş alan birisi toplasın ardımdan” diyen yok.
Bu yaklaşımın yerleşmesi için bizde bilhassa annelere ne denli çok kültür bilinci gerekli düşünebiliyor musunuz? Erkek çocukların eğitiminde de çıkardığı giysiyi olduğu yerde bırakmamayı öğretmek için annelerin özgüveni, kültürü de şart tabii. Buradan yolda yere çöp atmamaya, telefonla bağrış çağrış konuşmamaya falan varıyor iş. Yani gürültü kirliliği olduğunun ve bunun nedeninin bireyin kendisi olabileceği bilincine varmaya.
İstinasız her kişi kendisinden sonra gelecek kişi için çöpsüz bir ortam bırakmaya gayret ediyor. Saygı esas.
Bu kadar çok sarışın kız ne İskandinav ülkelerinde gördüm ne de Türkiye’de. Saç boyamak cinsi latifte çok yaygın.
Sokakta dilenci veya sarhoş, bakımsız insan görmedim bir haftada. Tokyo’da ve eski başkent ve tarihi yapıtları ile ünlü Kyoto’da da.
Trende tek kişi bağırarak telefonla konuşmuyor. Her yolcu telefonu sessize almış. Telefonu çalan kompartımandan çıkıyor vagonların arasındaki bölümde konuşuyor.
Toplu taşımacılık esas. Japonlar araç ihraç ediyorlar. Yollarda bol miktarda Toyota, Nissan, Honda, Daihatsu gibi markalar üç kişi bir haftada 3 adet Subaru gördük, daha fazla Mercedes ve Volkswagen.. Bazı ülkelerde Subaru’nun ne denli sevildiğini bildiğimden doğrusu hayret ettim.
Ben şanslıydım, yeğenim Ali Çin ve Japon kültürleri arasında mukayese yaptı. Arkadaşı, Japonyadaki Müsteşarımız Alp Atakcan bizi Tokyo\’da gezdirdi. Yöreyi iyi tanıyan ve bir Fin şirketince çalışan Terhi Ahava, izlenimlerini paylaştı ve Ankara\’da master yapmış, Osmanlı tarihi üzerinde çalışan profesör Tadahisha Takahashi beni kısaca Tokyo\’da gezdirdi. Döndüğümde ağabeyi yirmi küsur yıl Japonya\’da yaşamış kendisi de bir yıl orada geçirmiş olan gelinim Ann Gogerty ile Japonya konuşma fırsatım oldu.
Osmanlı ile temasta bir Ertuğrul gemisi gitmiş ve orada batmış, bir de Albay gözlemci yollamışız Japon Rus savaşında. Japonlar 120 yıl önce İstanbul\’a gelip dükkanlar açmışlar. Hiçbir zaman vize olmamış Türklere.
Fransa ve Almanya’nın geçmişteki savaşları ve şimdiki konumları göz önüne alınırsa De Gaulle ve Adenauer ‘ın 300 bin genci komşu ülkeye yollayarak daha iyi anlama politikaları sonucu artık kimse bir daha Fransa Almanya savaşı olacağına ihtimal vermiyor. Biz de köprü konumumuz ile anlamlı adımlar atıyoruz Kürt Türk anlaşması konusunda, darısı Yunanistan Türkiye arasındaki bilinçli gençlik değişim programlarının başına.
Güney Kore/Japonya ve Çin/Japonya arasında bu tür değişim programları ve bilinçli yakınlaşma gayretleri ilaç gibi gelir şu anki politikalar en azından “gergin” olarak adlandırılabilir. Kalabalıklaşan küçük gezegenimizde uzlaşmadan başka yol olmadığında hemfikir isek tabii.
Yarın Japonya ve Zen.