Bundan kırk, kırk beş yıl önce epeyce merak salmıştım dinlere ve bu arada bilhassa Zen Budizm’e. Eski Japon Başkent’i Kyoto’daki tarihi mabetleri gezerken aklıma geldi bir Zen öyküsü sanırım Usta Suzuki’den ama aklımda kaldığı, yıllar içinde yoğrulduğu şekli ile yazayım:
Bir yaşlı Zen Ustası yerine geçecek oğlunu belirlemek üzere bir sınav yapmaya karar vermiş. Üç oğlu varmış, üçü de hem felsefe hem de kılıç kullanımında usta olarak yetişmişler.
Baba sınav günü önce en büyük oğlunu oturduğu odaya çağırmış. Kapıdan girer girmez kapının üstüne koyduğu bir yastık oğlunun başına düşmüş. Büyük oğlan başına çarpan daha yere düşmeden kılıcına davranmış ve yastığı ikiye bölmüş. Toparlanmış ve eğilerek babasını selamlamış. Oğlan yastıktan kalanları temizledikten sonra babasının işareti ile yanına oturmuş. Usta kalkıp kapının üzerine yeni bir yastık koymuş.
Ortanca oğlan çağrılmış. Yastık düşerken fark eden ortanca oğlan başını kenara çekmiş, yastık omzuna değmiş, oğlan kılıcına davranmış ama diğer eliyle de yastığı yere düşmeden yakalayabilmiş. Babasını eğilerek selamlamış. Babasının işareti ile yastığı yerine koymuş ve babasının diğer yanına oturmuş.
Usta en küçük oğlanı çağırmış. Oğlan dikkatlice kapıyı açarken yastığı fark etmiş. Eliyle almış, girince kapıyı kapatıp yastığı tekrar kapının üstüne koyduktan sonra eğilerek Usta’yı ve ağabeylerini selamlamış. Usta ve iki büyük oğlu yeni Zen ustasının küçük oğlan olması gerektiğinde hemfikir olmuşlar.
Zen vadide mi, dağda mı?
Çok sonra okuduğum yirminci yüzyılın önemli filosoflarından şizofren yazar Robert Pirsig’in “Zen ve Motorsiklet bakım sanatından” aklımda kalan bir cümle var tam yerine oturmamış birkaç satır : “Zen vadidedir” diyordu yazar aklımda yoğrulduğu kadarıyla “zirvede Zen yoktur”. Yani “felsefe ovadadır, dağın zirvesinde yaşam mücadelesi vardır” anlamında. Bence tam yerine oturmamış bir saptama, çok doğru olsa da, eğer zamanı, gelişme ve eğitim sürecini de dikkate alırsak doğal olarak felsefe ovada ama bu felsefe zirvedeki hareketlerimizi de belirler. Felsefe ovada ise sınavı dağdadır. Felsefe ve uygulamaların tekrarı da düşün dünyamızı oluşturur. Uygulamasız bilgi, tecrübesiz bilgidir demek istiyorum.
Kyoto’da Tokyo’nun cıvıl cıvıl hareketliliğinden sonra daha fazla dinginlik var. Mabetler, imparatorun botanik bahçesi. Sakin, güler yüzlü insanlar ve her daim eğilerek selamlaşma. Saygı, sükûnet, az laf ile anlaşma ve mimaride az eşya ve malzeme ile ferahlık.
Ekonomi konusunda üreten bir toplum Japonlar yaşlanan nüfus konusu tabii ki orada da gündemde ama daha fazla artarak bu küçük gezegende denge bulamayacağımızı illaki idrak edeceğiz. Rekabet tabii gerekli ve iyi ama sadece üretim değil rekabet, bir sürü rekabet edilecek şey var yaşam başlı başına bir yarış. Ben daha ziyade kendinle olan yarış olarak görüyorum yaşamı.
Japon adalarında 127 milyon insan yaşıyor. Japonya’daki nüfus yoğunluğunu kavramak için basit hesap ile bizdeki yüzölçümünde yaklaşık 300 milyon insan yaşaması demek. Evler duyduğum kadar küçük. İnsanlar 40-50 metrekarelik apartmanlarda oturuyorlar ve uzun çalışıyorlar. Üç ayrı alfabe var. Her çocuğun eğitim yükü ağır.
Bir zamanlar Japonya ile ayni kişi başı gayrisafi milli gelir sahibi iken Japonya\’nın savunma ve dini harcamalarının azlığı ve bizim sırtımızda 2 tabu ile nereye geldiğimiz düşünülürse Japonya’nın sanayileşmekteki başarısı biraz daha izah edilebilir hale geliyor. Japonların, evlenme merasimleri Şinto gelenekleri ile, cenaze Zen ritüeli ile yapılıyor yaygın olarak.
Japonya’da intihar oranı yüksek. Bu kısmen Japonların “mutsuz” olduğu yönünde yorumlanıyor. Benim bir haftalık gözlemim aksi yönde. Bu tek veri mutluluğu değerlendirmek için bence yeterli değil. Ben samimi, güler yüzlü ve mutlu insanlar olarak algıladım Japonları. Dönünce intihar istatistiklerine baktım. İnternette bulduklarımı paylaşayım:
Dünyada en yüksek intihar oranı olan Grönland’da 100 intihar oluyorsa bu rakam yaklaşık olarak Güney Kore’de 31, Çin’de 22 , Japonya’da 21.7 Rusya’da 20 Türkiye’de 4 Almanya’da 9.9. Afrika ülkelerinde çok düşük bu oran.
İntihar tabii kişinin kendisi ile hesaplaşması ve rekabetçi ortam ve zorlamalar kişinin yaşamın anlamsızlığına ve çıkar yol olmadığı kanısına varmasında etken. Yetersizlik hissi ile intihar ve anlamsızlık nedeni ile yapılan intiharı sanki ayırmak gerek.
Bir de cinayet istatistikleri ile kıyaslayayım dedim.
En fakir Afrika ülkelerinde cinayet oranı 10 ila 20 lerde iken:
Türkiye’de 3.3 de. Japonya’da 0.4 de. Yukarıda adı geçen diğer ülkelerde ise şöyle.
Güney Kore, 2.6, Rusya 10, Almanya 0.8
Sanki gelişmişlik, şiddet eğilimi ve mutluluk için kanıya varmadan en azından bu iki rakama da bakmak gerek. Cinayet suçu ve çözümü başkasında aramaksa intihar kendisinde aramak. Bireyleşmekte ve bilinç artışında daha fazla intihar. Salt çaresizlikte ve daha ilkel yaklaşımda daha fazla cinayet de diyebiliriz.
Gelişmiş cemiyetlerinde dünyanın önündeki en büyük gerçeklerden biri olan yaşlanan nüfus için bolca izlenim edindim.
Japonları çok saygılı, yardımsever, güler yüzlü ve zarif insanlar olarak algıladım.